Gebze Motosiklet Kulübü Forumları

Tam Versiyon: Adalet ve Haklılık
Şu anda tam olmayan bir versiyonun içeriğine bakıyorsunuz. Tam versiyon'a bakınız.
Yazan: Ümit Büyükyıldırım
(www.bilim.org sitesinden alıntıdır)

Adalet ve haklılık
Türk Dil Kurumu’na göre hakkın tanımı: Adaletin, hukukun gerektirdiği veya birine ayırdığı şey, kazanç, dava veya iddiada gerçeğe uygunluk, doğruluk. Ancak adaletin dengesiz ve zayıf olduğu yerlerde, kazanımların yönünü haklılıkdan ziyade güçlülük belirlemektedir.

Adalet mekanizmasının işlevsel olmadığı oluşumlarda, yasaların uygulanması da keyfiyete kalmaktadır. Örneğin ülkemizde binlerce yasa, geçerliliğine rağmen uygulanmamaktadır. Trafikte cep telefonu ile konuşmak, emniyet kemeri takmamak gibi kural ihlalleri, tamamen görevli polisin keyfiyetine kalmıştır.

Hepimizin çok iyi bildiği bir örnek vardır. Baklava çalan çocuk hapse girer ve ağır bir ceza alırken, hayali ihracatçılar, nitelikli dolandırıcılar serbest kalır. Ancak bu tür haksızlıklar, gazetelerde yer alan bir haber olmaktan öteye gitmemektedir. Ne yargı cephesinden,ne de siyasi cepheden gereken destek verilmemektedir. Çünkü baklava çalan çocuk, kimsenin umrunda değildir, hiçbir şey ifade etmemektedir.

İnsan faktörü

İnsanlığın varlığından bu yana değişmeyen bir gerçek var. O da insanoğlunun hırsı, aç gözlülüğü ve tutkularının esiri oluşu. Hırslarının ve tutkularının esiri olan insan, çoğu zaman gerçekleri kabul etmek yerine, onları görmezden gelerek, kendi doğrularını yaratmaya çalışmaktadır.

Zaman içerisindeki doğrular ve kavramlar, ülkelere, kültürlere veya topluluklara göre değişiklik göstermiştir. Örneğin şiddete alışık bir toplum olan ABD’de, bir şüphelinin üzerine sayısız mermi yağdırılması normal karşılanabilirken, aynı şeyin İngiltere’de yaşanması durumunda tepkiler farklı olacaktır. ABD’de insan hayatı değerlidir, ancak devlet her zaman haklıdır, çünkü güçlüdür. Devletin temsilcisi olan polisin de uyguladığı şiddet ve yöntemler, bazı istisnai durumlar haricinde pek tartışılmaz.

Avrupa’nın geçmişi

İnsanlığın gördüğü en kanlı savaşlara ve toplu ölümlere sahne olan Avrupa coğrafyasının insanları, coğrafi keşiflerle birlikle gelen kolonicilik ve sömürgecilikle, yerkürenin önemli bir kısmına hakim duruma gelmişlerdir. Avrupalılar, bu sömürgecilik ve kolonicilikle beraber, bir çok soykırıma da sebebiyet vermiştir.

Almanların Yahudi soykırımı, Fransızların Cezayir soykırımı ve daha nice irili ufaklı sistematik nüfus kırımı. Yakın bir tarihte meydana gelen Raunda soykırımının altında da Fransız-Belçika imzası ve Dünya’nın geri kalanının iki yüzlülüğü vardır. Avrupalılar için kendi insanlarının taşıdığı değer, başka milletlerin insanları için söz konusu değildir. Diğer toplumların verdiği kayıplar, onlar için sadece bir istatistiktir. Sözde “insan hakları” adı altındaki hassasiyetleri ise, bazı devletlerin iç işlerine karışmak için kullandıkları bir silahtan öte bir şey değildir.

Geçmişi, hatta bugünü bile yanlışlarla dolu olan Avrupa, Türkiye’ye olmayan bir Ermeni soykırımını dayatmaya çalışmakta ve bunun sayesinde tavizler koparmakta, Türkiye’yi her geçen gün biraz daha köşeye sıkıştırmaktadır. Türkiye’nin savunma pozisyonunda kalması ve haklılığını hiçbir platformda haklılığını onaylayan destekçi bulamamasının sebebi, haklı olmasına rağmen güçsüz durumda olmasından kaynaklanıyor. Bu güçsüzlük, sadece ekonomik değil, aynı zamanda siyasi irade yetersizliğidir. Zorlu bir coğrafyada bulunan ve ekonomik yeterlilikten yoksun bir ülke, aynı zamanda güçlü bir dış politika ve diplomasi yeteneğinden de yoksunsa, günden güne erimeye mahkûmdur.

ABD’nin geçmişi

Soykırım konusunda hiçbir millet, amerikalılar kadar başarılı olamamıştır. Nüfusa oranla bakıldığında, amerikalıların kızılderililere yaptığı soykırım ilk sıralarda gelir. Milyonlarca kızılderilden geriye sadece bir avuç kızılderili kalmıştır.

ABD’nin savaş karnesi de hayli kabarık. Japonya’da sivillerin bulunduğu iki şehre atom bombası atması, Vietnam’da köylü, kadın veya çocuk demeden, tepelerine binlerce ton napalm bombası yağdırması gibi toplu imhalara sebep olmuş, ancak süper güç olmanın verdiği ayrıcalıklı konum, onu dokunulmaz kılmıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndaki atom bombaları için ABD’nin hala resmi bir özür dilemediğini ekleyelim.

Yakın bir tarihte Irak’ın haksız işgali için, Saddam’ın gizli nükleer silahları bahane edilmişti. Bu yapılacak hareketin meşru kılınması öne sürülen gerekçenin bir yalan olduğu sonradan resmi şekilde itiraf edilmiş, ancak bunun ABD açısından olumsuz bir etkisi olmamıştır. Çünkü ABD artık alternatifsiz bir süper-güçtür, çekineceği veya hesap vermek zorunda kalacağı bir karşı dengeleyici güç kalmamıştır.

ABD bunca kıyımına rağmen, uluslararası platformda saygınlığını korumaktadır. 11 Eylül 2001’den itibaren ise İslam dünyası, terörist milletler topluluğu ve yok edilmesi zorunlu bir hastalık olarak gösterilmektedir. Ancak dünyanın en büyük silah üreticisi ve ölüm makinesi ABD’nin vatandaşları, amerikan vatandaşı olmanın getirdiği prestiji sonuna kadar yaşamaktadırlar (Vizesiz seyahat).

Atatürk de haklıydı ama güçlü olduğu için kazandı
Yurdun dört bir köşesinin işgal altında olduğu yıllarda Mustafa Kemal, bu haksız durumu kabul etmedi ve milletini esaretten kurtardı. Bunu da tartışma ile, müzakere ile yapmadı. Çarpışarak, savaşarak kazandığı üstünlükle başardı.

Büyük zaferin ardından Saltanat’ın kaldırılması konusu gündeme geldiğinde, yirmi imzalı bir komisyon önergesi, muhalif vekiller tarafından meclise sunuldu. Milli mücadeleye hiçbir katkısı olmayan, üstüne üstük mücadelenin lideri Atatürk için ölüm emri çıkaran padişaha, yeniden gücü ve iradeyi teslim etme yanlısı saltanatçıları vekillerin bir girişimiydi bu.

Muhalif vekillerin verdiği yirmi imzalı önerge kabul edildi ve ardından konu, komisyonda görüşülmeye başladı. Mustafa Kemal’den, bu saçma durumu kabullenmesi, elbette ki beklenemezdi. Tartışmanın yapıldığı salona giren Mustafa Kemal, şu tarihi konuşmayı yaptı:

"Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti'nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir."

Bu sert konuşma etkisini gösterdi, Saltanat’ın kaldırılması kabul edildi. Görüldüğü gibi Atatürk, davasında haklı olmasına rağmen, meclisten kararı geçirebilmek için gücünü ortaya koymuştur.

Bugünkü durum

Türkiye yakın bir geçmişte dış politikada, günümüzle karşılaştırıldığında çok daha aktif ve iradeliydi. Tasu Çiller döneminde Kardak kayalıkları için verilen mücadele ve Çiller’in hatırımızda kalan sözü; “Türkiye’nin verecek bir çakıl taşı bile yoktur”, Necmettin Erbakan döneminde İncirlik Üssü’nün kapatılması gibi örnekler gösterilebilir.



O günlerde vermeme üzerine işleyen dış politika, maalesef günümüzde sürekli verme, hiç almamaya dönüşmüştür. Avrupa Birliği’nin dayatmaları ile Türkiye lehine olan yasalar bir bir değiştirilmiş, KKTC gözden çıkarılmış, Irak’taki gelişmelere kayıtsız kalınmış, Kuzey Irak’taki 2,5 milyon Türkmen, kaderine terkedilmiş, 4 Temmuz 2003’de, Kuzey Irak’daki Süleymaniye kentinde bulunan türk askerlerinin kafasına çuval geçirilmesine sessiz kalınmış, terörle mücadele edilmemiş, çökme noktasına gelen terör örgütünün yeniden canlanmasına seyirci kalınmış, Mesut Barzani ve Celâl Talabani gibi aşiret liderleri şımartılmıştır.

Bu verme üzerine süregelen son dönem, terör örgütü bağlantılı kişilerin, cezaevlerinden ve dağdan TBMM’ye girişlerinin önünü açmıştır. Bu insanlar, sözde demokrasi adı altında her türlü kanundışı eylemin arkasında durmakta ve söylemleri ile destek vermektedir. Terörle mücadele eden türk ordusunu bile “barışı bozan” bir unsur olarak tanımlamaktan çekinmemektedirler. Çünkü bu insanlar, iç ve dış güçlerce korunmakta, kanunsuzluklarına rağmen ceza veya yaptırımla karşılaşmamaktadırlar. İşte bu, haklı olduğunuz halde nasıl güçsüz ve pasif duruma geldiğinizin en iyi örneklerinden biridir.

Son söz
Bir mücadelenin, bir savaşı bir tarafın kazanması, o tarafın haklılığı ile değil, gücü ile belirlenen bir olgudur. Bu güç, insanların bilinçaltını etkileyerek iradelerini teslim almakta, güçlünün her koşulda haklı olacağını düşünmesine sebep olmaktadır. Mücadelenizi verirken, sadece haklı olmanın yetmeyeceğini unutmayın.
Neymiş...? Meclis, vekil, halkın iradesi, demokrasi falan filan her zaman ulusun fayda ve menfaatlerini yansıtmayabilirmiş.
Bu günkü demokrasiyi savunanların Atatürkçü olmamasımı gereliyor yoksa?
Olağanüstü şartlarmı diyorsunuz? Bu gün içinde bulunduğumuz durumu olağan bulana zaten söz yok. Otlamaya devam etsin.
Erdem okuyacak vaktim yok bana bir ara özet anlatırsın :)
Ara ara okursun. Ülkemizin durumuna dair gerçekler var içinde.
Adalet ve Haklılık... İnancım sonuna kadar savunur ki başta Türkiye'de olmak üzere Adalet sistemi kesinlikle içi boş bir tenekeden ibaret.
Vurunca gürültü çıkartır fakat içi her zaman boştur.
Bu gün gazetelerde Öcalan'a "Sn. Öcalan", PKK'ya "gerilla" diyen Milletvekilleri ve sivil destekçilerinin tutuklama taleplerinin red olduğuna dair haberi okudum ve düşündüm.
Bir yandan yüzbinlerce şehitimizin kanıyla, milli mücadeleyle karış karış geri alınan vatanımın toprakları, bir yandan da 2012 yılında vatanıma, Mehmet'çiğime, Polisime sıkılan kahpe kurşun, otobüste okuluna giderken cayır cayır yanan öğrencimiz ve parçalanmaya çalışılan topraklarımı utanmadan "Sayın" diyerek savunan maalesef vergisini ödeyerek maaşını, benzin parasını cebimden ödediğim kansız milletvekilleri.
Mahkeme "düşünce hakkı" diyerek itirazı kabul etti ve artık Sn.Öcalan oldu.
Bu sadece biri.
Şurası muhakkak ki; strateji çok önemli. İleri, çok ileri yapılanma, gelecek nesillerde ki istikrarı arttırıyor. Bahsi geçen İngiltere, Fransa yada ABD'nin ne kadar kalleşçe ve uzun vadeli hareketleri olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Tıpkı satranç oynar gibi.
Fakat inancım tamdır ki; mutlak adaleti her zaman Rabbimiz veriyor.
Yaşım ilerledikçe daha da çok farkediyorum ki; örf, adet ve bizi biz yapan dilimize, dinimize, bayrağımıza sahip çıkarsak ve bunu çocuklarımıza babalarımızın verdiği gibi eksiksiz hatta daha güçlü aktarırsak giç bir dünya devi bizi deviremez.
Mücadelemiz doğduğumuzdan beri devam ediyor ve edecek.
Ne mutlu Türk'üm diyene... :tr:
(05-21-2012, 02:55 PM)Batuhan Adlı Kullanıcıdan Alıntı: [ -> ]Adalet ve Haklılık... İnancım sonuna kadar savunur ki başta Türkiye'de olmak üzere Adalet sistemi kesinlikle içi boş bir tenekeden ibaret.
Vurunca gürültü çıkartır fakat içi her zaman boştur.
Bu gün gazetelerde Öcalan'a "Sn. Öcalan", PKK'ya "gerilla" diyen Milletvekilleri ve sivil destekçilerinin tutuklama taleplerinin red olduğuna dair haberi okudum ve düşündüm.
Bir yandan yüzbinlerce şehitimizin kanıyla, milli mücadeleyle karış karış geri alınan vatanımın toprakları, bir yandan da 2012 yılında vatanıma, Mehmet'çiğime, Polisime sıkılan kahpe kurşun, otobüste okuluna giderken cayır cayır yanan öğrencimiz ve parçalanmaya çalışılan topraklarımı utanmadan "Sayın" diyerek savunan maalesef vergisini ödeyerek maaşını, benzin parasını cebimden ödediğim kansız milletvekilleri.
Mahkeme "düşünce hakkı" diyerek itirazı kabul etti ve artık Sn.Öcalan oldu.
Bu sadece biri.
Şurası muhakkak ki; strateji çok önemli. İleri, çok ileri yapılanma, gelecek nesillerde ki istikrarı arttırıyor. Bahsi geçen İngiltere, Fransa yada ABD'nin ne kadar kalleşçe ve uzun vadeli hareketleri olduğunu hepimiz iyi biliyoruz. Tıpkı satranç oynar gibi.
Fakat inancım tamdır ki; mutlak adaleti her zaman Rabbimiz veriyor.
Yaşım ilerledikçe daha da çok farkediyorum ki; örf, adet ve bizi biz yapan dilimize, dinimize, bayrağımıza sahip çıkarsak ve bunu çocuklarımıza babalarımızın verdiği gibi eksiksiz hatta daha güçlü aktarırsak giç bir dünya devi bizi deviremez.
Mücadelemiz doğduğumuzdan beri devam ediyor ve edecek.
Ne mutlu Türk'üm diyene... :tr:

:alkış: Aynen Burak
Ahhh ahhh soylenecek o kadar cok sey varki ama gelgorki cok agir bir cikar dunyasinda yasiyoruz..
burak ağzına sağlık ;

heykelin orda saygı duruşu yaparken ve istikklal marşımızı okurken etrafımızda ağzında sigarayla kenarda oturmuş bizleri seyredip yüzlerinden okunan ifadeyle ne yapıyor bu adamlar dercesine bakan insanları gördükçe içim kan ağladı.

git gide vatanımızı içten ne kadar böldüklerinin sanki kanıtıydı. eski bayramlar geldi birden aklma anneler babalar küçük çocuklar ellerde bayraklar.... Vatan sevgisini kaybetmeyen ve dahada büyüten bir toplum oluruz umarım. Hepimiz için allahtan hayırlısını diliyorum. NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE
İnsanlar zombi olarak büyüyor daha doğrusu büyütülmek için olanca çaba harcanıyor.Çünkü düşünen insan zararlı bu zamnda. Önceden tahtadan,çamurdan oyuncak yapan, toprağı koklayan yiyen çocuk, şimdi bilgisayarın başından kalkıp toprağa basmıyor, basmakta istemiyor.Sadece Metin 2 de kaç seviye atlamış onu düşünüyor.Çünkü öyle olması isteniyor. Analar 10 yaşındaki çocuğunun peşinde tabakla dolaşıp çocuklarının sadece sesi çıkmasın diye maymun oluyolarsa, çocuğuna değerlerini, geçmişini, tarihini anlatmıyorsa o ailedende sağlıklı düşünen ve vatanın milletin birliğinin bilincinde olan yetişkinler çıkmaz. Sadece menfaatleri uğruna gözü kapalı hareket eden ve insanlara, dünyaya saygısı olmayan abidik kubidik yaratıklar ortaya çıkar. Eğitim aileden başlar. Sonra kendimizle devam eder.