Konuyu Değerlendir
  • 2 Oy - 5 Ortalama
  • 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5

ATATÜRK Köşesi
#71

BİR ASKERİN MEZARINA

Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...
Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt
İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir
Asker yatıyor...
Onun hâbı istirahate çekildiği şu
Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.
Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar
Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.
Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin
Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,
Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin
Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan
Ona nâilini intizar olmuş!...

MUSTAFA KEMAL
· Harbiye talebesi iken yazmıştır.




HAKİKAT NEREDE?

Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.

Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?

MUSTAFA KEMAL











BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN


Çıkıyor gönüllere istimdadı
Sâmiamda vatanın feryâdı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evlâdı
Etmesin mi anaya imdadı?

Rumeli can veriyor yok mu ilaç.
Edelim sıhhatini istimzaç;
Etmeyelim kimseyi izaç?

Zırhlılar her yeri tehdit ediyor,
Makedonya bunu tes'it ediyor.
İnkırazı bize teyit ediyor.

Yemenin purişi malumu cihan
Ne için eyledi millet isyân?
Zulme ister mi bu yoldan burhan
Turuşkalar bile aldı meydan

Hani kânun-u adaâlet nerede?
Mülk-ü millette himâye saadet nerede?
Haricen mülk-ü himaye nerede?
Bizde evvelki şecaat nerede?

Gelse Ertuğrul şöhret-i pervas
Eder elbette tahayyür ibraz
Vatanın feyzine kâdir olamaz
Yeniden fethine verseydi cevâz...

Yıldırım görse şu ahvâlimizi
Ateş kahrı yakar hâlimizi,
Af eder mi bizim efâlimizi,
Mahveder cumle-i emsâlimizi,

Ey büyük Fâtih'i İstanbul'un...
Bu revş olmadı mı makbulün
Sây ile toplanılan mahsulün
Berhava oldu fakat meçhulün...

Yazık oldu Vatana âh yazık...
Her ağızdan çıkıyor: Eyvâh yazık!..
Acısın bizlere, âh yazık!

MUSTAFA KEMAL
· Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905)









HAYAT SERENADI


Atatürk'ün Salih Bozok'a yazdığı mektuptan :

"Bir Fransız şairi hayatı şöyle tarif ediyor :

Hayat kısadır,
Biraz hayal,
Biraz aşk
Ve sonra Allahaısmarladık.

Diğeri de :
Hayat boştur.
Biraz kin,





KASİDEİ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER

Bir köhne kadit parçası, bir çehrei menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi,
Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkârı sakimane ile âleme karşı
Ateş saçarak etmede her gün bizi tehdit,
Âmali harisanesini eyledi tezyit...
Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,
Tırnaklarını aileler kalbine saplar;
Mağdurlarının her biri bir kûşede ağlar,
Katlandı vatan görmeğe evlâdını makhur...
Birçoklarımız mahpes-ü menfada süründük.
Ey gazii mecruhu vega dideye döndük.
Ey kanlı eliyle vatan âmaline hail,
Ey enmilei sürbu cinayata delâil
Teşkil eden ey köhne kadit, katili efkâr,
Ey katili şübbanı vatan, katili ahrar,
Ey varlığı bir millet için bâdii zillet.
Ey çehresi ifrite veren dehşeti vahşet,
Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,
Ziniciri esaretle bütün hisleri dondur.
Tesmimi nefes, nefyi ebet, sonra denizler..
Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler...
Kâbusi hiyanetle vatan can çekişirken
Âtimizi dendanı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli dağları envara boyandı;
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.

MUSTAFA KEMAL
ŞANLI ORDU GAZETESİ : 24 Kasım 1908

DijitalTurk Toplu.Biz
Keşfedebildiğin kadar özgürsün.. (VeYSeL)
Cevapla
#72

süper kanka...

Yapmayıp pişman olanlardansa yapıp pişman olanlardanım galiba..
Ara
Cevapla
#73

BİR ASKERİN MEZARINA. TÜRKÇE ANLAMLARINI PAYLAŞMAK İSTEDİM

Temevvüç Etmek: Dalgalanmak.
Celadeti Taban Olmak: Yiğitliği azalmak.
Cerihai Mevt: Öldürücü yara.
Alem- Hiçiye Veda Etmek: Boş olan bu dünyaya veda etmek.
Hab-ı İstirahat: Dinlenme Uykusu.
Rüfeka: Arkadaşlar.
Dümruz-ı Matem Olmak: Acıların gözyaşı ile boğulmak.
Nâle Eylemek: İnlemek.
Nim Seyreylemek: Yavaş yavaş yürümek.
Hak Olmak: Yazılmak.
Cay-i İstiratgâhı: İstirahat yeri.
Hak-i Pak-i Vatan: Vatanın temzi toprağı.
Nalin-i İntizar Olmak: Bekleyişin kaderi ile ağlamak.


BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN VE KASİDEİ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER İSE M.KEMAL ATATÜRKE AİT DEĞİLMİŞ T.C. BAŞBAKANLIK ATATÜRK KÜLTÜR, DİL VE TARİH YÜKSEK KURUMU ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİNDEN ALINTIDIR OKUDUM UZUN BİR YAZIDA BELİRTİLİYOR SİZİNDE PAYLAŞMAK İSTEDİM

Atatürk’le ilgili birçok kitapta ve metinde “Bir Askerin Mezarı” başlıklı Fransızcadan (bazı metinlerde İngilizceden) bir şiir çevirisi vardır. Örneğin : Edebiyatımızda Atatürk,* Kemal Atatürk ve Kurtuluş Savaşı2, Atatürk? vb. Atatürk’ün Fransızcadan çevirdiği ileri sürülen bu manzumenin ilk altı mısraı şöyledir:
Şurada, kabrin üzerine konulmuş bir


Beyaz taş var, onun altında –bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken…
Celâdeti taban olurken ceriha-i mev
İle bu âlem-i hîcîye veda etmiş – bir
Asker yatıyor.

Sayın Enver Behnan Şapolyo, adı geçen eserinde (s. 34) şöyle demektedir:


“… Mustafa Kemal, vatan ruhu ateşlendikçe kendi kendine şiirler tercüme ediyor, bunları mensur bir şekilde o zaman Baba Tahir’in çıkarmakta olduğu “Malûmat” mecmuasına yolluyordu.

Bu kötü çeviriyi ilk kez Ziya Şakir Soku 1938’de yayımlanan “Atatürk” adlı kitabına aldı ve Atatürk’e mal etti. Oradan da öteki yayın araçlarına yayıldı durdu. Bu çeviri ilk kez 28 Eylül 1315 (1899) tarihli “Malûmat” dergisinde Mustafa Kemal imzasıyla yayımlandı.

“Bir Askerin Mezarı” başlıklı bu çevirinin Atatürk’e ait olmadığına dair ilk uyarıcı ses 1951 yılında duyuldu. Münir Süleyman Çapanoğlu, bir tarih mecmuasında4 yayımladığı bir yazı ile bu büyük yanlışlığa değindi. Sayın yazar, adı geçen dergide şu açıklamayı yapıyor :


“Mustafa Kemal imzalı bu tercümeyi ben de görmüş, Ata’ya ait yeni bir şey keşfettiğim için sevinmiştim. Hatta buna dair bir de yazı yazdım. Fakat “Cuşima Muharebesi”ni dikkatle okuduğum ve tercüme edenin Mustafa Kemal adında bahriyeli bir yatar olduğunu hatırladığım için ihtiyatlı davrandım, yazıyı neşretmedim; işi tahkike koyuldum. Basının elli yıllık emektarı ve tarihî bilgisi çok üstün olan hocamız Ali Rıza Seyfi’ye başvurdum. Değerli dostum ve üstadım bu tercümenin Atatürk’e ait olmadığını, bahriyedeki arkadaşlarından Mustafa Kemal’e ait bulunduğunu ve arada bir isim benzerliği olduğunu söyledi.

“İşi sağlama bağlamak için üstat Hakkı Tarık Us’a vaziyeti anlatarak Atatürk’e sormasını rica ettim. Bir fırsatını düşürüp sormuş. “Benim değil” cevabını almış… “

Münir Süleyman Çapanoğlu’nun 1951 yılındaki bu açıklamasından sonra “Bir Askerin Mezarı” başlıklı çeviri Atatürk imzasıyla çeşitli yayın araçlarında yer almıştır. Oysa -yukarıda da belirtildiği gibi- bu çeviri, Donanma Mecmuasında ve diğer dergilerde denizcilik tarihi konusunda makaleler yazan ve “Cuşima Muharebe-i Bahriyesi” adlı bir de çevirisi olan deniz subaylarından Yüzbaşı Mustafa Kemal Bey’e aittir. Bu zat Soyadı Kanunu’ndan sonra mesleği ile ilgili olarak “Gönder” soyadını almıştır. Mustafa Kemal Gönder 1959 yılı Temmuz’unda vefat etmiştir.5

Ve böylece anlaşılıyor ki Mustafa Kemal Atatürk Harp Okulu’nda şiirler yazıp ya da çevirip dergilere göndermemiştir.

“Bir Askerin Mezarı” çevirisinden başka Atatürk imzasıyla çeşitli eserlerde ve dergilerde yayımlanan iki şiir daha var: 1 – “Kadid-i İstibdat yahut Kırmızı İzler”, 2 – “Beşike Hâdisesi İçin”.6 Atatürk imzasıyla yıllardır yayımlanan bu iki şiiri de aynen veriyoruz:


KADİD-İ İSTİBDAT
yahut
KIRMIZI İZLER

Bir köhne kadid parçası, bir çehre-i menhus,
Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi,
Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkâr-ı sakimâne ile âleme karşı
Ateş saçarak etmede bizi tehdit
Âmâl-i harisânesini eyledi tezyit…
Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,
Tırnaklarını aileler kalbine saplar;
Mağdurlarının her biri bir kuşede ağlar.
Katlandı vatan görmeğe evlâdım makhur…
Birçoklarımız mahbes-i menfada süründük.
Ey gazi-i mecruh-i vega dideye döndük.
Ey kanlı eliyle vatan amaline hâil.
Ey enmile-i sürb-i cinâyâta delâil
Teşkil eden ey köhne kadit, katil-i efkâr,
Ey katil-i şubbân-ı vatan, katil-i ahrar,
Ey varlığı bir millet için bâdi-i zillet.
Ey çehresi ifrite veren dehşet-i vahşet,
Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,
Zincir-i esaretle bütün hisleri dondur.
Tesmim-i nefs, nefy-i ebet, sonra denizler…
Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler…
Kâbus-i hıyanetle vatan can çekişirken
Âtimizi dendân-ı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli dağları envâra boyandı;
Hürriyetin enfâsiyle herkes uyandı.

Mustafa Kemal
(Şanlı Ordu gazetesi: 24 Kasım 1908)

İkinci şiir de şu:

BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN

Çıkıyor gönüllere istimdadı
Samiamda vatanın feryadı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evlâdı
Etmesin mi anaya imdadı?

Rumeli can veriyor yok mu ilâç?
Edelim sıhhatini istimzaç;
Etmeyelim kimseyi iz ‘aç.

Zırhlılar her yeri tehdit ediyor,
Makedonya bunu tes ‘it ediyor.
Vatanın ömrünü tehdit ediyor,
İnkırazı bize teyit ediyor.

Yemen ‘in puriş-i malûm-i cihan
Ne için eyledi millet isyan?
Zulme ister mi bu yoldan bürhan
Turuşkalar bile aldı meydan.

Hani kanun-i adalet nerede?
Mülk-i millette himaye, saadet nerede?
Haricen mülkü himaye nerede?
Bizde evvelki şecaat nerede?

Gelse Ertuğrul şöhreti pervaz
Eder elbette tahayyür ibraz
Vatanın feyzine kadir olamaz
Yeniden fethine verseydi cevaz…

Yıldırım görse şu ahvalimizi
Ateş-i kahrı yakar halimizi,
Affeder mi bizim ef’alimizi,
Mahveder cümle-i emsalimizi.

Ey büyük fatihi İstanbul’un
Bu revs olmadı mı makbulün
Sa’yile toplanılan mahsulün
Berhava oldu fakat meçhulün…

Yazık oldu vatan ah yazık…
Her ağızdan çıkıyor: Eyvah yazık!
Acısın bizlere ah yazık!1

Sinop, 25 Kânunuevvel 321 (1905)
Mustafa Kemal
Atatürk’e mal edilen bu manzumelerden birincisi, Profesör Dr. Melâhat özgü’nün bir konferansında da yer almıştır. Profesör Özgü, Atatürk’ü Tevfık Fikret’le kıyaslayarak şu yargıda bulunuyor:

“… Atatürk’ün kendi şiir denemelerine gelince: Bunlardan birini Şanlı Ordu adındaki gazete, 24 Kasım 1908 tarihinde yayımlamış bulunuyor. “Kadid-i İstibdat yahut Kırmızı İzler” başlıklı bu şiir, istibdadın karanlık günlerini bütün gücüyle duyurması bakımından çok ilginçtir.

“… Tevfik Fikret’in üslûbunu andıran bu şiiri, istibdadın karanlık günlerini böylesine içinde duyan, o karanlıkları ancak yırtabilecek gücü içinde bulan Mustafa Kemal yazabilirdi. Şiiri, sonraları “Yücel” dergisi de 1945 yılında basmıştır8. Fikret’i, Atatürk’ün nutuklarında da sık sık andığı bilinmektedir.9

Atatürk’e mal edilen “Kadid-i İstibdat” manzumesinin de Atatürk’le hiçbir ilgisi yoktur. “Beşike Hâdisesi İçin” başlıklı manzume de Atatürk’e ait değildir. Zaten dikkatli bir göz, şiirin kaleme alındığı yer ve tarihe bakarak bunun Atatürk’le ilgisi olmadığını hemen anlar. Çünkü şiirin Sinop’ta kaleme alındığı 25 Aralık 1905 tarihinde, Kurmay Yüzbaşı Mustafa Kemal Şam’da Altıncı Ordu’da görevlidir. Ne o tarihten önce, ne o tarihten sonra Sinop’ta da bulunmuş değildir.

19 Mayıs 1942 tarihinde Ankara Halkevi’nce Atatürk’e ait olduğu iddiasıyla sergilenen “Kadid-i İstibdat” şiiri, “Toplu İğne” takma adını kullanan Ulus gazetesi yazan Nureddin Artam’la Vakit gazetesi sahip ve yazarlarından Hakkı Tarık Us arasında uzunca bir tartışma konusu olmuştur. Bu tartışma, Atatürk’ün edebî kişiliği üzerinde oynanan dramın belgelerini saptaması bakımından çok önemlidir. Bu tarihî tartışmayı, gazete koleksiyonlarından okurun huzuruna getiriyoruz. Tartışma, Nureddin Artam’ın Ulus gazetesinde “Toplu İğne” takma adıyla yazdığı “Şair Mustafa Kemal” başlıklı yazısıyla başlamıştır. Bu yazıyı aynen veriyoruz:

“19 Mayıs Bayramı dolayısıyla Ankara Halkevi’nde açılan kitap sergisini gördünüz mü? Bu sergide türlü dillerde Ebedî Şef Atatürk hakkında yazılan bine yakın eserin iki yüz kadarı toplanmıştır.

“Bütün bunlar içinde bir iki eser daha var ki bunlar Mustafa Kemal hakkında değil, doğrudan doğruya Mustafa Kemal’indir. Bunlardan bir tanesi ile bugün ve henüz Halkevi’ndeki güzel sergiye gidememiş olanlara kılıç ve kalem sahibi şair Mustafa Kemal’i tanıtmak istiyorum.

“Bu eser “Kadid-i İstibdat yahut Kırmızı İzler” başlığını ve 24 Teşrinievvel (Ekim) 1324 (1908) tarihini taşıyor ve “Şanlı Ordu” gazetesinde çıkmıştır.

“Aruz vezninin Edebiyat-ı Cedide istihalesini gördükten sonra aldığı şekilde yazılmış olan bu şiirde şair Mustafa Kemal, istibdadın acı günlerini ve milletin hürriyete kavuşmasını şöyle anlatıyor:

KADİD-İ İSTİBDAT yahut KIRMIZI İZLER

Bir köhne kadit parçası, bir çehre-i menhus
Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi.
Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus
Efkâr-ı sakimane ile âleme karsı
Ateş saçarak etmede her gün bizi tehdit,
Âmal-i harisanesini eyledi tezyit…
Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,
Tırnaklarım aileler kalbine saplar;
Mağdurlarının her biri bir kuşede ağlar,
Katlandı vatan görmeğe evlâdını makhur…
Birçoklarımız mahbes-i menfada süründük,
Ey gazi-i mecruh-i vega dideye döndük.
Ey kanlı eliyle vatan amaline hâil.
Ey enmille-i sürbü cinayata delâil
Teşkil eden ey köhne kadit, katil-i efkâr,
Ey katil-i şübban-i vatan, katil-i ahırar,
Ey varlığı bir millet için bâdi-i zillet,
Ey çehresi ifrite veren dehşet-i vahşet,
Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,
Zincir-i esaretle bütün hislen dondur
Tesmimi- nefs, nefy-i ebet, sonra denizler..
Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler…
Kâbus-i hiyanetle vatan can çekişirken
Âtimizi dendan-ı harisin kemirirken
Bir gün Rumeli dağları envara bayandı:
Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.

Adım başında ayrı bir eserini gördüğünüz Mustafa Kemal’in 27 yaşındayken yazdığı bir gençlik…”10

(İstanbul Belediye Kütüphanesi’ndeki Ulus gazetesi koleksiyonunda bu makalenin çıktığı sütunun son tarafı kopmuş olduğu için 4-5 satın alınamamıştır.)

Nureddin Artam’ın bu makalesi üzerine Hakkı Tank Us, Vakit gazetesinde” bir makale yazarak ilk şüphelerini belirtti ve bu şiirin Mustafa Kemal adlı bir avukata ait olması ihtimalini ileri sürdü. “Şair Mustafa Kemal! Bir Yanlışlık Olmasın” bağlığı altındaki bu makaleyi de aynen aşağıya alıyoruz :

“Ankara Halkevi’nde, 19 Mayıs Bayramı dolayısıyla bir kitap sergisi açılmış ve Atatürk hakkında yazılan bine yakın eserden iki yüz kadarı burada toplanmış. Atatürk’ün kendi eserlerini de burada görüyormuşuz, bunlardan biri.de Atatürk’ün bir manzumesi imiş.

“Haberi, Ulus’un “Yankılar” sütununda okuyoruz ve sureti konan manzumenin 24 Teşrinievvel 1324’te12 yazıldığını ve “Şanlı Ordu” adlı bir gazeteye basılmış olduğunu buradan öğreniyoruz.

“Atatürk’ün daha çocukluğunda kuvvetli bir riyaziyeci olduğu kadar kuvvetli bir edebiyatçı olduğunu da bilmeyenimiz yoktur. Ömer Naci’nin hatip olarak nasıl dikkati çekmiş olduğunu kendisinden dinlemek bahtiyarlığına erenlerdeniz; umulur ki manzum şeyler de vücuda getirmiş olsun. Fakat şimdiye kadar imzası üstünde çıkmış manzum yazısı olduğunu işiten ve söyleyen olmamıştı. Ankara’da sergiyi tertibe himmet edenlerin bu buluşu ile heyecana düşmemek elden gelmez.

Manzumenin adı : KADİD-İ İSTİBDAT yahut KIRMIZI İZLER.


Bir köhne kadid parçası, bir çehre-i menhus

mısraı ile başlıyor.


Hürriyetin enfası ile herkes uyandı

mısraı ile bitiyor. “YANKILAR” yazarının dediği gibi nazmen, “Edebiyat-ı Cedide” istihalesini gördükten sonra aldığı şekille yazılmış.

“Manzume bir başka Mustafa Kemal’e ait de olabilir, bir iğreti ad olarak da “Mustafa Kemal” yazılmış bulunabilir. Ancak, gerçek Mustafa Kemal’e ait olduğu da anlaşılmak lâzım gelir.

“Vesikayı sergiye alanların bunu nasıl bir vesikaya bağladıklarını bilmiyorum; eğer bu vesika bunun basıldığı gazetenin adı “Şanlı Ordu” olmaktan ibaretse bu karinenin bir hüküm vermek için yetişmediğini şimdiden söylemeliyim.

“Şanlı Ordu” (hatırımda öyle kalmış) ya 1324 (igo8)’teki Meşrutiyet ilânını takip eden yayın salgını içinde, yahut 31 Mart ayaklanmasını bastıran Hareket Ordusu’nun gelişinden sonra birkaç sayı çıkmış küçük kıtali bir İstanbul gazetesidir.

“Bu satırları buraya kadar yazdığım sırada Cevat Abbas’ın telefonunu yokladım: İyi tesadüf! Bir iki şarkısı olduğunu biliyorlar; neşredilmiş manzumesi olduğundan bahsedildiğini duymamışlar. Onun duymaması, hatta Atatürk’ün söylememiş olması da manzumenin Mustafa Kemal’e mal edilmesine mâni olmaz. Yazana haber verilmeden neşredilmiş yazılar olduğunu da biliriz. Fakat bu hal şüphemizi artırabilir. Şimdi ben, şüpheyi gidermek için Ankara Halkevi’ne bir teklifte bulunacağım:

“1908 İnkılâbı üzerine hürriyetini kazanan siyasî mağdurlardan birini tanırım ki adı “Mustafa Kemal’dir. Kendisi Ankaralıdır. Ve bugün de Ankara’dadır. Avukattır. O da adı gibi kemalli, hürmete lâyık bir zattır.

“Benim de şiir ve edebiyata heveskâr olduğum o devirlerde birtakım mecmualarda imzalarımız birleşmekle kalmazdı; bir dost muhiti içinde kendimiz de buluşurduk.

“Manzumeyi bir kere de o Mustafa Kemal’e gösteriniz. Belki tevazu göstermeyecektir de benimseyecektir.”

Hakkı Tarık Us’un bu uyarısına karşı Nureddin Artam şiirin Atatürk’e ait olduğunda diretmektedir.

Bu makaleyi de aynen veriyoruz:13

“Hocam Hakkı Tarık Us’un çoktan beri istirahata çekilmiş olan imzasını evvelki günkü Vakit gazetesinin ikinci sayfasında “Şair Mustafa Kemal – Bir yanlışlık olmasın!” başlıklı yazının altında gördüm.

Bu yazı, Ankara Halkevi’ndeki sergide görüp kopye ettiğim ve bu sütunda okurlarıma sunduğum “Kadid-i İstibdat” şiirine dairdir.

Hakkı Tarık Us, Mustafa Kemal’in bu manzumesinden kısaca bahsettikten ve içinden:

“Şüphe, bir nura doğru koşmaktır. “ mısraını okuduktan sonra:

“Şimdiye kadar Atatürk’ün imzası üstünde çıkmış manzum yazısı olduğunu işiten ve söyleyen olmamıştı” diyor ve “sakın bir yanlışlık olmasın” diye ilâve ediyor.

Hocama göre bu yanlışlık şöyle olabilirmiş:

1908 İnkılâbı üzerine hürriyetini kazanan siyasî mağdurlardan birini tanırım ki adı Mustafa Kemal’dir. Kendisi Ankaralıdır ve bugün de Ankara’dadır, avukattır. O da adı gibi, kemalli ve mütevazi bir zattır.

Benim de şiir ve edebiyat heveskân olduğum o devirlerde birtakım mecmualarda imzalarımız birleşmekle kalmazdı; bir dost muhiti içinde kendimiz de buluşurduk.

Manzumeyi bir kere de o Mustafa Kemal’e gösteriniz- Belki tevazu göstermeyecektir de benimseyecektir.”

Ankara Halkevi’ne bu eseri koyanlarla görüştüm. Onlar, eserin Atatürk’e ait olduğuna emindirler.

Diyorlar ki:

1 – Manzume önce Manas tır’da “Neyyir-i Hakikat” gazetesinde çıkmıştır; ondan sonra İstanbul’da “Şanlı Ordu” gazetesine alınmıştır. Ankaralı Avukat Mustafa Kemal, Manastır’a gitmiş değildir.

2 – “Şanlı Ordu” gazetesi İstanbul’da Hareket Ordusu tarafından kurulmuştu. Mustafa Kemal bu ordunun erkân-ı harbiye reisi idi. Hattâ Hüseyin Hüsnü Paşa’nın bu gazetenin ilk sayısında çıkan beyannamesi de gene Mustafa Kemal tarafından kaleme alınmıştı.

Bu bakımdan eserin Atatürk’e ait olması “yanlışlık” değildir.

Bu satırları okuyunca Ankara’da bulunan Avukat Bay Mustafa Kemal de hakikatin ne türlü olduğunu bize ve Hakkı Tarık Us’a yazabilir.

Atatürk’ün aruz vezniyle şiir yazıp yazmadığına gelince:

Yazmış olduğunda hiç şüphe yoktur… (koleksiyondaki gazetenin birkaç kelimelik yeri kopmuş) Ama ben duydum, anlatayım:

Rahmetli Atatürk bir gün Çankaya’da otururken aruz vezniyle ve Tevfik Fikret’in manzumelerine pek benzer bir manzume okuyup orada bulunanlara ve bu arada sayın dostum İbrahim Necmi Dilmen ‘e sormuş:

- Tevfik Fikret’in böyle bir manzumesini hatırlıyor musunuz? Dilmen, hatırlamadığı cevabını verince rahmetli demiş ki:

- Evet, onun değil, benimdir. Fakat Karlsbad’da bunu bir hanıma okumuştum ve Fikret ‘in olduğunu söylemiştim. 0 da yakıştırmış ve inanmıştı.

Atatürk’ün bu kadar büyük eserleri yanında böyle bir manzumeye sahip olmasiyle olmaması hiç de ehemmiyetli bir şey değildir.

Fakat bir hatıra olarak O’na ait olan her şeyi bilmek ve sevmek borcundayız-Yukarıdaki deliller kâfi ise bana birçok şeyler öğretmiş olan hocam, alçakgönüllülük edip bunu da kabul edebilir. “

Hakkı Tank Us, iddiasını saptamak ve belgelendirmek için Ankara’ya kadar gidiyor ve sonuçta bu tartışmayı kazanıyor. Nureddin Artam’ın gerçeği kabul edişine dair olan “Yine O şiir” başlıklı yazısını da aynen veriyoruz:14

“Hoca Hakkı Tank Us iki günden beri Ankara’dadır. Ben Halkevi’ndeki “Atatürk Kitap Sergisi”nde bulunan ve bir kopyası da bu sütunda çıkan “Kadid-i İstibdat” manzumesinin Atatürk tarafından çıktığını, onu bulanların ifadelerine dayanarak iddia etmiştim. Hakkı Tank Us da bunun Avukat Mustafa Kemal’e ait olması ihtimalini ileri sürmüştü.

Bu iki gün içinde yaptığımız araştırmalar hocamızı haklı çıkarmıştır. Meşrutiyetin ilânından sonra -bugün avukat olan- Mustafa Kemal, Sultan Hamid’in ayağından kanlar damlayan bir resmini görmüş, onun üzerine bahsi geçen manzumeyi yazmıştır. Şiirin babası, Namık Kemal’le birlikte zindan ve sürgün arkadaşlığı etmişti. Manzumenin Manastır’daki Neyyir-i Hakikat gazetesinde çıkmasına gelince, buna o sırada Manastır’da edebiyat hocası ve şairin arkadaşı olan bir başka Kemal tavassut etmiştir. “


AVUKAT MUSTAFA KEMAL’LE BİR RÖPORTAJ

Ve nihayet, Vakit gazetesi yazarlarından Kadri Kemal Kop, Ankara’da Avukat Bay Mustafa Kemal’i buluyor, günlerdir etrafında fırtınalar kopan şiir üzerine kendisiyle bir röportaj yapıyor. Vakit gazetesinde yayımlanan bu röportajı da, Millî Kahramanımızın biyografisinde düşülen büyük ve önemli yanılgıyı düzelttiği için aynen veriyoruz:

“19 Mayıs Bayramı münasebetiyle Ankara Halkevi’nde bir kitap sergisi açıldığını ve burada Ebedî Şef Atatürk hakkında yazılmış bine yakın eserin 200 kadarının teşhir edildiğini biliyoruz.

Halkevi’nin bu sergisinde “Mustafa Kemal” imza ve “Kadid-i Ibtibdat yahut Kırmızı izler” başlığı ile 24 Teşrinievvel (Ekim) 1324 (1906) tarihini taşıyan bir manzumenin basılı olduğu bir gazete de teşhir edilenler arasındadır.

“Böyle bir teşhire Ulus gazetesindeki “Mustafa Kemal Şair” fıkrasiyle vâkıf olan Ebedî Şefe ait olduğu sanılıp bir şiir karşısında “heyecana düşen “ üstat Hakkı Tank Us da 24 Mayıs 1942 tarihli Vakit ‘te neşrettiği bir fıkrada “Şair Mustafa Kemal, bir yanlışlık olmasın?” endişesini ileri sürdü ve bu ihtimali tahlil ettikten sonra bunda bir yanlışlık sezdiğini ve yanlışlığın da neden olabileceğini şöyle anlattı:

“1908 İnkılâbı üzerine hürriyetini kazanan siyasî mağdurlardan birini tanırım ki adı Mustafa Kemal’dir. Kendisi Ankaralıdır. Ve bugün Ankara’dadır. Avukattır. O da adı gibi “kemalli”, hürmete lâyık bir zattır.

Benim de şiir ve edebiyata heveskâr olduğum o devirlerde birtakım mecmualarda imzalarımız birleşmekle kalmazdı; bir dost muhiti içinde kendimiz de buluşurduk.

Manzumeyi bir kere de o Mustafa Kemal’e gösteriniz. Belki tevezu göstermeyecektir de benimseyecektir.”

Hakkı Tarık Us üstadımızın bu yazısını ve ondan evvel ve sonra Ulus ‘ta bu konu üzerine neşredilmiş olan iki yazıyı alarak, henüz bu neşriyattan haberdar bulunmayan Avukat Mustafa Kemal’e gittim ve yazılan kendisine göstererek fikrini sordum.

Ankara’nın tanınmış simalarından olan ve hakikatte, Hakkı Tank Us hocamızın dediği gibi “kemalli ve hürmete lâyık bir zat” olarak tanınan ve sevilen Avukat Mustafa Kemal, benim bu mesele hakkındaki anlatışlarımı ve makaleleri büyük bir alâka ile karşıladı ve dedi ki:

Avukat Mustafa Kemal Anlatıyor:

- Ben bir tarihte Hamid’in kahrına uğramış, müebbet kalebentlikle Sinop’a gönderilmiştim. Kalebent olmadan evvel de, Sinop ‘ta bulunduğum sıralarda da hem şiir ve edebiyatla hem politika ile meşgul olurdum. Benim Harp Okulu’ndan tanıdığım Kemal Bey adında bir zat vardı ki ben Sinop’ta menfada iken bu zat da Manastır’da Askerî idadi’de edebiyat öğretmeniydi. Menfada bile kendisiyle gizli surette mektuplaşıyordum. Bir aralık Ankara’da jandarma müfettişliği yapan ve “Kara Kemal”‘adiyle tanınan bu zat sonradan emekli olarak İstanbul’a gitti. Şimdi İstanbul’da bulunuyor.

Bu manzumeler benimdir:

“Kemal Bey Manastır’da iken orada “Neyyir-i Hakikat” diye bir de gazete çıkardı. Kemal Beyin aracılığı ile ben de bu gazete ile ilişki kurdum ve gazeteye muhabirlik yaptım.

“Orada Görülen “KADİD-İ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER” manzumesi benimdir.

Biz konuşurken içeriye uzun boylu, gözlüklü bir zat girdi. Mustafa Kemal ayağa kalkarak gelen zatla bizi tanıştırdı:

- Pek eski dostlarımızdan ve sabık Maliye Müfettişlerinden Bay Ferit.

Meğerse Bay Ferit de Mustafa Kemal gibi istibdadın kahrına uğramış, Meşrutiyet’ten sonra da muhtelif devlet işlerinde bulunmuş bir zat imiş. Avukat Mustafa Kemal, konuşma mevzuunu kısaca Bay Ferit’e izah ettikten sonra tekrar bana dönerek sözlerine devam etti:

- Size, bu şiirin yazılması sebebini de izah edeyim: Menfadan dönüp İstanbul’a geldiğimiz zaman bazı kütüphanelerin vitrinlerinde Abdülhamit’in bir resmini gördüm; onu, kamburca ve yürürken gösteriyor ve ayaklarında kırmızı lekeler sıralanıyordu. Meşum bir hakikati ifade eden bu resim, bana, işte bahis konusu olan manzumeyi ilham etmiştir. Ancak, manzumenin neşredilmiş olan kısmını henüz görmedim. Hatırımda

kaldığına göre manzumede şu mısralar olacaktır.

Bay Mustafa Kemal, 35 sene evvel yazdığı manzumeden birkaç mısraı ezbere okudu. Ben de bunları gazetede çıkan manzumeye bakarak takip ve tatbik ettim. Hatta burada iki nokta dikkatimi çekti. Gazetede iki mısra vardı ki Mustafa Kemal başka türlü okuyordu. Bu iki mısraın üzerinde durdum ve bunları tekrarlamasını kendisinden rica ettim. Bay Mustafa Kemal bu ricamı kabul ederek mısraları tekrar etti:

Ve bu iki mısraın gazete sütunlarına yanlış geçtiğini yahut teşhir edildiği vesikada yanlış olduğu neticesine varıldı. Bu iki mısra şuydu:

Ey gazi-i mecruh-i vega-dideye döndük,
Tesmim-i nefs, nefy-i ebed, sonra denizler.

Bay Mustafa Kemal’in okuduğu şekil şudur:

Bir gazi-i mecruh-i vega dideye döndük
Tesmim-i nefs, nefy-i ebed, sonra denizler.

Şiirde geçen “denizler” sözü üzerine orada bulunan ve yine o tarihlerde Mustafa Kemal, Tunus Nadi, Müstecabizade İsmet, Giresunlu Hamdi, Nuri Aziz, Fehmi Razi, Kocaeli Mebusu İbrahim Süreyya Yiğit gibi zevatla beraber Hamit devrinin Zulümlerini gören ve Beşiktaş karakolunda haftalarca mevkuftuk hayatı geçirmiş bulunan Bay Ferit söze karıştı ve “deniz “den maksadın ne olduğunu izah etti.

Tekrar söze başlayan Avukat Mustafa Kemal şunları ilâve etti:

— Ben bu manzumeyi yazdığım zaman evvelâ pederime verdim. 0 da Sultan Murat’ın mahdumu Salâhaddin Efendiye götürmüş; Salâhaddin Efendi de bunu çok beğenmişti. Sultan Murat ve mensupları da Abdülhamit’in çok zaman kahrına uğramışlardı.

Şunu da arz edeyim ki bu manzume 31 Mart hâdisesinden epeyce evvel ve Meşrutiyet’in ilânından birkaç ay sonra yazılmıştır.

Bay Mustafa Kemal, bundan sonra elini alnına götürerek eski bir hatırayı canlandırır gibi iki saniye düşündükten sonra şunları anlattı:

- Arz ettiğim gibi vaktiyle Neyyir-i Hakikat ve daha evvel ve daha sonra bazı gazete ve mecmualarda neşredilen bu manzume gibi bazı yazılarım evim yandığı vakit yanmıştı. Fakat dostlar eksik olmasınlar, bazıları bunları olduğu gibi muhafaza etmiş, sonra da Şile kazası hükümet tabibi olan ve hâlen Uzunköprü hükümet tabibi bulunan ve merhum fizyoloji muallimi Şakir Paşa’nın oğlu Doktor Raif’de bu manzumenin tamamı varmış, bir münasebetle bana göndermek lütfunda bulundu. Ben de evrakım arasına koydum. Şimdi evi bağa nakletmek üzereyiz. Eşyaları toplamamış olsaydım sandıktan bu şiiri çıkarır gösterirdim.

Avukat Sayın Mustafa Kemal’in hemen bütün söylediklerini, misafiri Bay Ferit de tasdik ediyordu. Sonra Bay Mustafa Kemal’in şu sözlerini dinledik:

- “Ben şiire 318 – 319 (1900 – 1901) tarihlerinde başlamıştım. O zamanlar edebiyata çok merakım vardı. Benim şiir yazdığım sıralarda bir Mustafa Kemal daha vardı ki bu Bahriyeliydi ve İngilizceden tercümeler yapardı.15

Avukat Mustafa Kemal, burada Hakkı Tarık Us’un yazısındaki bir cümleyi hatırlatarak kendisinin aslen İstanbullu olduğunu, fakat Abdülhamit devrinde yazdığı bazı şiirlerinin altına “Erzurumlu Mustafa Kemal” diye imza attığını, bunun da ilk idadi tahsilini Erzurum ‘da yapmış olduğundan ileri geldiğini söylerdi.

Avukat Mustafa Kemal, Namık Kemal merhumun Rodos’ta menfa arkadaşı olan Sultan Murat mabeyncilerinden Üsküdarlı Mehmet Nuri Bey ‘in oğludur. Sultan Murat’ın mabeyncisi olmak yüzünden onun da Sultan Hamit elinden çekmediği kalmamış, imiş. “16

Ve böylece Atatürk’e ait sanılan bu iki şiirin de bir başka Mustafa Kemal tarafından yazıldığı kesinlikle anlaşılmış bulunmaktadır.


1 Hilmi Yücebaş, İstanbul 1960, s. 9

2 Enver Behnan Şapolyo, Kemal Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, Ankara 1944, Birinci basım, s. 35

3 Ziya Şakir, Atatürk, İstanbul 1938

4 Tarih Hazinesi Dergisi, 15 Ocak 1951, s. 5

5 Tarih – Coğrafya Dünyası Dergisi, Nisan 1965, sayı 5, s. 33

6 Akdeniz kıyısında Bozcaada karşısında Kumburnunda iki körfeze verilen ad. 1853’te Kırım Harbi’ne katılan İngiliz ve Fransız donanmaları bu limanda birleştikten sonra Karadeniz’e hareket ettiler. (Meydan Larousse, sayı 29)

7 Bu metinler Hilmi Yücebaş’ın “Edebiyatımızda Atatürk” yapıtının 10 – n. sayfasından aktarıldı; ilk kaynaklarla karşılaştırılamadı.

8 Yücel Dergisi, sayı 109, Kasım 1945, s. 84

9 Melâhat Özgü, “Atatürk’ün Edebiyat ve Sanat Anlayışı”, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Konferansları I

10 22 Mayıs 1942 tarihli Ulus gazetesi

11 24 Mayıs 1942 tarihli Vakit gazetesi

12 7 Kasım 1908

13 26 Mayıs 1942 tarihli Ulus gazetesi

14 28 Mayıs 1942 tarihli Ulus gazetesi

15 Deniz Yüzbaşısı Mustafa Kemal Gönder

16 30 Mayıs 1942 tarihli Vakit gazetesi
Ara
Cevapla
#74

[size=3]''Beni görmek demek,behemehal yüzümü görmek demek değildir.Benim fikirlerimi,benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir.'' - M.Kemal ATATÜRK[/size]

1. ''Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi?''


[img=635x0]https://img-s1.onedio.com/id-54e3c6f53ec2039d2eb0fcc2/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-0efb1949eac1f5820bc5033bc960a7f5f163e365.webp[/img]

Muallimler [size=3]Ankara[/size]'da bir toplantı yapmışlar, bu içtimaya iki-üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı.

Muallim hanımların içtimaya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikayete giderler. Gazi kızarak:

[size=3]''Kimmiş muallimler cemiyet reisi ? Çağırın onu!''der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır:[/size]

[size=3]''Siz Muallimler içtimada ne yapmışsınız ? Ne ayıp şey bu?'' Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder:[/size]

[size=3]''Olur şey değil,olur şey değil! Mazhar müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışır:[/size]

[size=3]''Efendim vallahi...''[/size]

[size=3]''Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz ? Sizin kendinize mi itimadınız yok,Türk hanımlarının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?''[/size]

2. ''Oradan Böyle Geçilir''


[size=3]Salih Bozok anlatıyor:[/size]

İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Halbuki oraya giden tek bir dar yol [size=3]savaşgemileri tarafından makaslama ateş altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkan görülmüyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu,askerin arasına karıştı ve sordu:[/size]

[size=3]''Niçin geçmiyorsunuz ? '' İçlerinden biri cevap verdi:[/size]

[size=3]''Düşman ölüm saçıyor, geçilmez !'' Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden:[/size]

[size=3]''Oradan böyle geçilir!'' dedi ve ileri fırladı.Mehmetçik artık durur mu ? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.[/size]


3. ''Yurdumun Toprağı Temizdir''

[img=635x0]https://img-s1.onedio.com/id-558bc8a8091913fd4b5a7cb4/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-6664810b77356058130733b1288a01a752b9817a.webp[/img]

Kral Edward İstanbu'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada, eli yere değerek tozlanır.

O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister. Ama Atatürk hemen devreye girer ve:

[size=3]''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.'' diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.[/size]

4. ''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''

[img=459x0]https://img-s2.onedio.com/id-558bcb164ffbe2ae4da9c0f5/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-5b89092e45987bc79edc629bd73e3654fc9a8178.webp[/img]

[size=3]Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:[/size]

Atatürk'ün Çankaya Köşkü'ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt,diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata,havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:

[size=3]''Emrederseniz derhal keselim Paşam.'' Bir an yüzüme baktı, sonra:[/size]

[size=4]''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''[/size]


5. ''Sakarya'nın değerini küçültmüş olursunuz dostum.''

[img=564x0]https://img-s1.onedio.com/id-558bce45e115b04479c6da4c/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-94121c32f43475379fe8cba842eaa2cc1862c7ca.webp[/img]

[size=3]Sakarya Zaferi'nin üzerinden yıllar geçmiştir. Dönemin ünlü ve bir o kadar yetenekli ressamlarından biri, Mustafa Kemal'e Sakarya Savaşı'nı gösteren bir tablo hediye eder. Savaşın tüm heybet ve azametiyle işlenmeye çalışıldığı bu tabloda Ata, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak tasvir edilmiştir. Ressam, bu kompozisyon karşısında tebrik beklerken, Mustafa Kemal'in:[/size]

[size=3]''Bu tabloyu kimseye göstermeyin.'' demesi üzerine şaşırıp kalır. Herkes ne söyleyeceğini bilemez halde birbirlerine bakarken Mustafa Kemal şu açıklamayı yapar:[/size]

[size=4]''Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri bir kemikten ibaretti; bizim de onlardan arta kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle, Sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum.'' [/size]


6. Sakarya Savaşı'ndan Dönüş

[img=635x0]https://img-s1.onedio.com/id-558bd128245b14ca2f8525d0/rev-0/w-635/f-jpg-webp/s-5653d8faf83f25711d9a7e12e1ea3cb7e47e0276.webp[/img]

[size=3]Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları'nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönmektedir. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir  karşılama düzenlemişlerdir. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükumet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedirler.[/size]

Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark etmişti.Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: ''[size=3]cemaat'' halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun ''yüksek maneviyatının yardımıyla''kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacaktır. Gazi:[/size]

[size=3] ''Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! '' deyip doğruca meclis binasına sapar. Atatürk yıllar sonra bu olayı anlatırken sözüne şunları da eklemiştir:[/size]

[size=3] ''Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ''maneviyatı'' olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.'' [/size]



7. ''Laiklik, Adam Olmaktır.''


[img=635x0]https://img-s2.onedio.com/id-558bd49197700c947af67853/rev-0/w-635/f-jpg-webp/s-fd5036edc8ca50ab201f004cb4eb47313233e20b.webp[/img]

[size=3]Kılıç Ali anlatıyor:[/size]

İlk mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün meclise başkanlık ediyordu.Meclisin tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:

[size=3] ''Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu lağikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik ? '' diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:[/size]

[size=3]''Adam olmaktır Hocam, adam olmak! '' diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır.[/size]


8. Amerikalı Kadın Gazeteci

[img=635x0]https://img-s2.onedio.com/id-558bd66375aa6e8a7ba536fd/rev-0/w-635/f-jpg-webp/s-55e9e00e7bd36cdcf5045ca654318e709bded387.webp[/img]

[size=3]Niyazi Ahmet Banoğlu anlatıyor:[/size]

Bir [size=3]Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e:[/size]

[size=3]''İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz ? '' diye sormuş ve şu cevabı almıştı:[/size]

[size=4]''Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş zaten kendi kendine yürür.'' [/size]


9. ''Büyük Geçmiş Olsun''

[img=600x0]https://img-s1.onedio.com/id-558bd7721bbf4dc07c3e0b62/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-fed7e9f6d04ae7e92c0a8afdc079c44a7b34e312.webp[/img]

Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile [size=3]İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral şöyle der:[/size]

[size=4]''Ekselans. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Cihan harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.''[/size]

 Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verir:

[size=4]''Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra büyük geçmiş olsun! '' [/size]


10. Herkes İçin Lüzünlü Bir İhtar

[img=635x0]https://img-s2.onedio.com/id-558bda6d75aa6e8a7ba538b7/rev-0/w-635/f-jpg-webp/s-ac7e1cb327e5b3c9855089d61de5e94f9c9e1670.webp[/img]

[size=3]Muzaffer Kılıç anlatıyor:[/size]

[size=3]Erzurum'dan kongre için Sivas'a geldiğimizde, Mustafa Kemal'in karargahı olarak, Sivas lisesini hazırlamışlardı. Paşa, kendisine hazırlanan odaları dolaşırken, yatak odasında, karyolanın arkasında bulunan sarı satırlı atlas yastık gözüne ilişti. Yastığın üzerinde, koyu renk bir ibrişimle işlenmiş şu beyit vardı:[/size]

[size=3]Cihanın cahına mağrur olup incitme insanı. ( Dünyanın şaşasıyla gururlanıp incitme insanıları)[/size]

[size=3]Süleman-ı zaman olsan bırakırsın bu eyvanı (Zamanın Süleymanı da olsan bırakırsın bu dünyayı)[/size]

Atatürk, yazıyı okuduktan sonra durdu. Mazhar Müfit Bey'i çağırttı. Beyti ona okuttu. Mazhar Müfit:

[size=3]''Paşa'm, bu sizin için yazılmış değil.'' deyince, Atatürk:[/size]

[size=3]''Bu uyarı hepimiz için ve her şey için bir prensip olmalıdır.'' cevabını verdi.[/size]


11. Övülmeyi Sevmezdi

[img=500x0]https://img-s1.onedio.com/id-558be21137bf483656c8ceec/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-97ffe7a5295cb5eaa85c350e625a4b6781269161.webp[/img]

Atatürk ne kadar bir asker, komutan, yönetici olsa da; duyguları, sevinçleri, sinir ve neşesi bizden biriydi. Ulusuyla bütünleşme yöneliminin en tipik göstergelerinden biri de şu kısa öyküde belirlenir:

Cumhuriyetin on ikinci yıl dönümü için bir sıra dövizler hazırlanmıştır. 

Bunlar içinde şöyleleri vardır:

[size=3]''Atatürk bizim en büyüğümüzdür.'', '' Atatürk bu milletin en yücesidir.'' ''Türk Milleti asırlardır bağrından bir Mustafa Kemal çıkardı.'' 'Atatürk listeyi dikkatle gözden geçirir. Bunlar ve bunlara benzeyenleri çizerek, hepsinin yerine kendini en iyi ifade eden şu satırları yazar:[/size]

[size=4]''Atatürk bizden biridir.'' [/size]


12. ''Genelgeyle Devrim Olmaz''



[size=3]Ahmet Hidayet Reel anlatıyor:[/size]

1924 yılının ilkbaharıydı. [size=3]Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı. Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinde ihtiyar bir köylüye yaklaştı:[/size]

[size=3]''Depremde çok zarar gördün mü, baba ?'' diye sordu. Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce tekrar sordu:[/size]

[size=3]''Hükümet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin ?'' İhtiyar, Kürt şivesiyle:[/size]

[size=3]''Valle Padişah bilir!'' dedi. Atatürk gülümsedi. Yumuşak bir sesle:[/size]

[size=3]''Baba, Padişah yok;onları siz kaldırmadınız mı ? Söyle bakalım zararın ne ? '' intiyar tekrar etti:[/size]

[size=3]''Padişah bilir!...'' Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk, Kaymakam'a döndü:[/size]

[size=3]''Siz daha devrimi yaymamışsınız.''dedi. Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi:[/size]

[size=3]''Köylere genelge yolladık Paşam.'' dedi. Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı:[/size]

[size=4]''Oğlum''dedi,''Genelgeyle devrim olmaz!...'' [/size]


13. ''Merhaba Asker''


[size=3]Ziya Kılıç anlatıyor:[/size]

Yıl 1909... Beşinci kolordu kurmay başkanlığına katılan Yüzbaşı Mustafa Kemal, Selanik'teydi. 38. Merkez Alayı Kumandanı Albay Saadettin Bey tedavi için [size=3]İstanbul'a gitmek üzere izin aldı.[/size]

Saadettin Bey'in, yerine kimi bırakacağını herkes merak ediyordu.Sonradan Saadettin Bey'i Kolağası Mustafa Kemal'in temsil edeceğini öğrendik.Şaşırdık. Çünkü Mustafa Kemal henüz kıdemli bir yüzbaşıydı,kendinden daha üst rütbede olanlar vardı.

Büyük rütbeli subayların şaşkınlıkları çabuk geçti. Mustafa Kemal, bütün subaylara kendini sevdirmişti. Kenti gezerken, halka karşı davrabışlarına tanık olanlar, kendisine hayranlık duyuyorlardı.Şimdi, onun böyle görevde ne yapacağı merak ediyorduk.

Alayın Mustafa Kemal tarafından teslim alındığı günü, belki de tarihimizde önemli bir dönüm noktası olarak kabul etmemiz doğru olur.

Ogün Mustafa Kemal alayı selamlamaya beyaz bir atın üzerinde gelmişti. Bütün gözler ondaydı. Alay'ın önüne gelince selam durumuna geçti, sonra hızla atından yere atladı. Yürüyerek askeri selamlayacaktı.

[size=3]''Selamün aleyküm asker! '' demesini bekliyorduk. Ama hiç beklemediğimiz bir şey oldu; Mustafa Kemal:[/size]

[size=3]''Merhaba asker!'' dedi.[/size]

 Bu, ilk kez karşılaşılan bir durumdu. Askerler nasıl yanıt vereceklerini bilmiyordu. Birkaç saniyelik sessizliği İstanbullu askerler bozdular:

[size=3]''Merhaba Bey'im...''[/size]

Ordu ilk kez bir kumandanından,[size=3] ''Merhaba Asker'' selamını almıştı.[/size]


14. Japon Veliahtının Türkiye'yi Ziyareti


[size=3]Japon Veliahtı Türkiye'yi ziyarete gelmiştir. Büyük ve mükellef bir ziyafet sofrasında yenilir, içilir. Atatürk, bir aralık Japon tarihinden söz açar ve bir meydan muharebesini anlatır.[/size]

Japon veliahtı hayret etmiştir. Atatürk, tarihten mitolojiye geçer ve yine Japon mitolojisinden konuşmaya devam eder. Veliaht'ın ağzı açık kalır.Söz nihayet edebiyata intikal eder, Atatürk:

[size=3]''Japon Şiiri'nin dünya edebiyatında çok büyük etkileri vardır...'' diyerek meşhur Japon şairlerinden mısralar okur. Veliaht;[/size]

[size=3]''Bunları nereden biliyorsunuz?'' diye soramaz. Fakat Atatürk'ün bilgi ve hafızasına hayran kalmıştır. Ama Atatürk hep böyledir. Her şeyi planlı yapar ve uygular. O, bütün bunları, veliaht gelmeden on gün önce tercümeler yaptırarak öğrenmiştir.[/size]


15. ''Gazi'yi Tanır mısın Baba ? ''

[img=600x0]https://img-s2.onedio.com/id-558bedb054edf4035d8fbdd9/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-d6232fd431e38a00247ee6a916fd9af58b31195c.webp[/img]

[size=3]Salih Bozok anlatıyor:[/size]

Bir gün Çankaya civarında bir köylü evine gitmiştik. Girdiğimiz kulübede, ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu. Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk, köylü ile konuşmamı söyledi. Ben bu emre itaat için ak sakallı köylüye ilk aklıma gelen suali sordum:

[size=3]''Gazi'yi tanırmısın baba ?'' İhtiyar beni, saçma sapan bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:[/size]

[size=3]''Gazi'yi tanımayan mı var ?'' dedi ve ilave etti: ''Ben görmedim ama her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde Cuma Namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nurlu yüzü, Peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!'' [/size]

Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım.O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman da güldü ve:

[size=4]''Varsın, o da öyle bilsin. Hakikati öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp sevgisini kaybetmekte ne mana var? '' [/size]


16. Ölümünden Sonra...

[img=635x0]https://img-s1.onedio.com/id-558bf1862f1d95e70a6aa4d4/rev-0/w-635/listing/f-jpg-webp/s-4d92a32d8494f81fdb507d3b69283508d8084ac5.webp[/img]

Sene 1938, 10 Kasım... [size=3]İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör var, Hukuk Fakültesi'inde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:[/size]

[size=4]''Efendim, mütereddidim.Acaba ne yapsam ? ''[/size]

[size=3]''Sizde büyük bir adam ölümce ne yaparlarsa, onu yapın.'' İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:[/size]

[size=3]''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki....''der.[/size]

DijitalTurk Toplu.Biz
Keşfedebildiğin kadar özgürsün.. (VeYSeL)
Cevapla
#75

1920 - Sevr Antlaşması İstanbul'da büyük bir üzüntü yarattı. Müslüman esnaf dükkanlarını kapattı. İstanbul'da çıkan Türk gazetelerinden, Der saadet: "Bugün Türklerin matem günüdür", Alemdar: "Kara Gün", Akşam: "Git vatan Kabe'de siyaha burun" biçiminde başlıklar atarken; Yunan gazetelerinden Politiya: "Esir kalmış milyonlarca kardeşimizi kurtarmalıydık" şeklinde başlıklar attı.


Atatürk'ün, -İngiltere'nin Karadeniz Ordusu kurmaylarından Binbaşı Wey'in mektubunu ileten- Ahmet İzzet Paşa'ya cevabı: "Malta'dan İstanbul'a nakledilen ve edilecek olan tutuklulardan herhangi birinin suskun İstanbul hükûmeti eliyle olsa dahi idamı halinde -Erzurum'da hükmümüz altında bulunan Yarbay Rawlinson dahil olmak üzere- elimizde mevcut subay, er bütün esir İngilizlerin karşılık olarak derhal idam edilmelerinin kesin şekilde kararlaşmış olduğunun bu vesile ile adı geçen karargâha bildirilmesine yardımcı olmanızı bilhassa rica ederim." [Kocatürk]

160711104912_imza3.JPG
Ara
Cevapla
#76

popup_10Kasim20132.jpg

DijitalTurk Toplu.Biz
Keşfedebildiğin kadar özgürsün.. (VeYSeL)
Cevapla
#77

SAYGI, SEVGİ, ÖZLEMLE.1bdc383d671ccbe2c884a0cb5dab6a40.jpg

SM-G600F cihazımdan Tapatalk kullanılarak gönderildi


Ara
Cevapla


Benzer Konular...
Konu: / Yazar Cevaplar: Gösterim: Son Mesaj
Son Mesaj Yazar: 1kan
12-16-2013, 08:56 AM
Son Mesaj Yazar: Cem V
04-26-2013, 01:25 PM

Hızlı Menü:


Bu konuyu görüntüleyen kullanıcı(lar): 2 Ziyaretçi