Gezinin videosu için tıklayın
https://www.youtube.com/watch?v=_npqQaBc...ture=share
Geçen yıldan beri yurtdışında motosiklet sürüşü yapayım, yakın bir yerlere gideyim diye aklımdan geçiriyordum. Derken bundan 4-5 ay kadar önce internette gezerken "dünyanın en iyi 10 yolu" diye bir albüm dikkatimi çekti. Bu yollardan biri olan Transfagarasan geçidinin Romanya'da olduğunu, gitmenin çok zor olmadığını gördüm ve ilk gezimde buraya da mutlaka gitmeliyim diye düşündüm. 2015 yılında Mart sonu Nisan başı civarında güzel bir gezi rotası çıkarayım düşüncesi ile gidilebilecek yerleri biraz daha araştırarak rota çalışmalarına başladım. Sonunda ise böyle bir rota şekillendi..
Ancak biraz daha araştırdığımda Romanya'da bulunan Transfagarasan geçidinin kışın kapalı olduğu ve Haziran ayı ortalarına doğru açıldığını öğrendim. Tabi mecburen gezi planını Haziran ayına erteledim. Henüz aylardan Mart idi ve Haziran'a çok vardı.. Geçmek bilmeyen zaman zarfında bir taraftan yurtdışına çıkış için gereken evrakları, ekipmanları hazırlarken, bir taraftan da geziyi kulüp sayfamızda paylaşarak kendime yoldaş aradım.
Elbette ki pek çok arkadaşım geziye katılmak istedi ancak zaman ve biraz da bütçe açısından hazırlık gerektiren geziye ciddi olarak katılmayı düşünen 2-3 kişi kaldı. En sonunda öğretmen olan Belgin Kabasakal geziye kesin olarak katılabileceğini söylediğinde tek olmadığım için çok rahatlamıştım : )
Bu arada gezi için gerekli evraklardan da biraz bahsedeyim. Gitmeyi planladığımız ülkeler olan Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya, vize isteyen ülkeler. Ben Yunanistan üzerinden çıkış yapacak şekilde shengen vizesi çıkararak bu işi hallettim. Vize işlemlerini kendim yapmadım, aracı firmadan yardım aldım. Bana maliyeti 275- TL. oldu. Ayrıca motosikletinizin mevcut trafik sigortasının uluslararası geçerli hale gelmesi için yeşil sigorta adı verilen evrağı almanız gerekiyor. Bu evrağın ücreti 1 ay için 42- euro. Bunun fiyatı standart. Herhangi bir sigorta acentesinden motosikletinizin ruhsatı ile yaptırabiliyorsunuz. Ayrıca Türk ehliyetleri uluslararası standartta (çipli) olmadığı için uluslararası ehliyet sertifikası almanız gerekiyor. Bu evrak Bulgaristan ve Romanya sınırında pek sorulmuyor ancak Türkiye'den Yunanistan'a girerken muhakkak soruluyor. Evrağın bedeli bu yıl için 415- TL... Aldığınız evrak 1 yıl geçerli oluyor. Sonraki yıllarda yapılacak evrak yenilemeleri ise 225- TL. Evrağı bir kere aldıktan sonra isterseniz 5 yıl sonra yenileyin, yine 225- TL. ödüyorsunuz. Tabi yanlış anlaşılmasın, bu tutarlar yıllık olarak yenileniyor. Evrağı Turing bürolarından alabiliyorsunuz. İpsala sınır kapısında da turing bürosu var. Türkiye de kısa bir süre içinde uluslararası ehliyete geçeceği için umarım bundan sonra kimse bu aşırı lüzumsuz evrağa bu denli para vermek zorunda kalmaz.. Neyse gezimize dönelim : )
14 Haziran sabahı motoruma sarıp sarmaladığım çantalarım, evraklarım ve 1 kutu poşet çayım ile birlikte saat 9 'da yola çıktım. Belgin uluslararası ehliyeti almadan Bulgaristan'a girip direkt Yunanistan'a geçerek geziye başlamayı planladığı için o benden 1-2 saat önce yola çıkmıştı. Sınırı geçtiğimizde Yunanistan'da uygun bir yerde buluşacaktık. Güzel, heyecanlı ve meraklı bir yolculuk ile ipsala sınır kapısına yaklaştım. Yunanistan'da benzin biraz daha ucuz olmasına rağmen risk almak istemediğim için İpsala ilçesinde depomu doldurdum, karnımı doyurup çayımı içtikten sonra sınıra doğru devam ettim.
Sınırda uluslararası ehliyet evrağımı ve harç pulumu (15- TL. 'dir) alıp devam ettim. Çıkarken herhangi bir zorluk yaşamadım. Yunan tarafındaki ikinci kontrol noktasında bir miktar sorun oldu. Polis benim evraklarımı aldı, motoru şuraya çek, burda bekle gibi sevimsiz tavırlarla az da olsa keyfimi kaçırdı. Sonra evraklarımı teslim edip biraz ilerdeki park yerinde beklememi istedi. Neden olduğunu anlayamadım.. 5-10 dakika kadar bekledikten sonra vazgeçip devam ettim.
Sınır kapısı sonrasında yaklaşık 5 kilometre gittikten sonra Bulgaristan'dan gelen yol kesiminde Belgin ile buluştuk.. Etrafı izleye izleye devam ediyorduk. Otobanın etrafında bulunan köylerde uzaktan seçilebilen camiler, yolların tenhalığı ilk dikattimi çekenlerdi. Yola devam ederken karşımıza otoyol gişeleri çıktı. Motosiklet başına 1,70- euro ödeyerek devam ettik. Otoyolların ücretlendirmesi bizdeki gibi değil. Nakit olarak ücreti ödeyerek devam ediyorsunuz. Çıkış gişesi yok. Hatta yolda devam ederken ikinci bir gişe daha çıktı ve orada tekrar 1,70- euro ödedik. Yunanistan'ın bu konuda daha bir fırın ekmek yemesi gerekiyor.. Otoyol ücretlendirme mantığı akıllara zarar saçma..
Düz ve sakin otoyoldan devam ederek ilk konaklama noktamız olan Kavala'ya sıkıntısız bir şekilde ulaştık.
Kavala girişinde Belgin'in motosikletin benzini bitti.. Neyse ki otelimizin olduğu yere kadar yokuş aşağı iniyorduk. Otele yaklaşık 200 metre kala motoru parkettik. Ben kendi motorumla pet şişe ile benzinlik bulmaya çıktım. Şehirdeki ilk diyaloğum benzinci ile olmuş oldu : ) Bu küçük sorunu hallettikten sonra otelimize yerleşip motorları parkettik ve şehir turuna çıktık.
Şehir çok güzel.. Biraz İzmir, biraz Çeşme havası olan harika bir yer. Ama gezerken sanki bir şeylerin eksikliğini hissediyoruz. Çok geçmeden farkediyoruz ki bu şehirde insan eksik.. Türkiye'de aynı türdeki yerler çok daha hareketli, kımıl kımıl.. Burası ise biraz misafirini bekleyen ihtiyar gibi.
Bir süre sonra yaya gezmekten sıkıldık.. Damarlarından benzin akan iki adam için motosiklet ile turlamak tabi ki en iyi seçenek..
Bu arada şehir, hatta ülke biraz pahalı. Akşam yemeğinde yediğimiz biraz büyükçe 2 pizza ve 2 meşrubat için 38- euro ödedik. Büfeden aldığımız yarım litrelik şişe suyu ise 1- euro. Otele kişi başı gecelik 30- euro ödedik.
Şehir merkezinde benzin istasyonları sanki küçük kuruyemişçiler gibi. 2 dükkan arasında minicik istasyonlar var. Araç ile önüne yanaşıp petrolünüzü alıp devam ediyorsunuz. Ayrıca akşam saatlerinde hiç bir istasyon açık değil. Acil durumlarda ne yaptıklarını merak ediyorum doğrusu..
Gece otele dönerek şehir manzarası eşliğinde kasklarımızın interkom cihazlarını eşleştirmeye çalıştık. Beceremeyerek uyuduk.. : )
Sabah önümüzde yaklaşık 470 kilometrelik bir yol vardı. Açılmış olan benzin istasyonundan Belgin'in depoyu doldurarak Selanik'e doğru devam ettik. Otobanlarda benzin istasyonu yok. 50 kilometre kadar sonra otobandan çıkarak benim motoruma benzin aldık ve istasyonun kafesinde kahvaltımızı yaptık. Kafedeki ablalar çat pat türkçe konuşabiliyorlardı. Çok hoşuma gitti.. Ayrıca Türk çayları da varmış..
Benzin alırken diğer bir pompaya yanaşan 3 motorcu kardeşim de Türk çıktı. Onlar da İtalya'dan dönerek Türkiye'ye gidiyorlarmış. Darısı başımıza diyip yola devam ettik. Otobandan Selanik'e devam ederken üçüncü bir gişeden daha 1,70- euromuzu ödeyerek kısa bir süre sonra şehre girdik. Şehir trafiği biraz kalabalık. Oldukça sıcak olan havada ter atarak sahilde bulunan kafelere ulaştık.
Selaniğin ortasına birileri beni pat diye bıraksa kendimi bir süre İzmir'de geziyor zannederim. Şehir bildiğimiz İzmir..
Kafede traditional greek coffee (bildiğimiz Türk kahvesi) mi yudumlayıp tiramisumu yiyerek bana imitasyon iphone 8, i tab vs. satmaya çalışan adamı dinledim. Hikayesi bittikten sonra bu arkadaşı da gönderip kısa bir şehir turu ve alışverişe çıktık. Çok vakit kaybetmemem gerekiyordu zira yolumuz uzundu..
Alışverişin ardından Atatürk'ün doğduğu evi ziyerete gittik. İçimizde tarifsiz bir heyecan vardı. Eve ulaştığımızda ise o heyecan yerini biraz üzüntüye bıraktı. Ev pazartesi günleri ziyarete kapalı.. Biz de bula bula pazartesiyi bulmuştuk.. Neyse bu iş burada kalmaz, o eve girmek için ileride tekrar gelinecek. Notumuzu alıp devam ettik..
Bulgaristan sınırını geçerek Sofia'ya ulaşmak için önümüzde yaklaşık 350 kilometre var. Düzgün ve sıkıntısız, ayrıca ücret gişesi olmayan bir yoldan gümrüğe ulaştık. Tabi sınırda beni yine bir kenara çekip evrak kontrolü yaptılar.. Ne de olsa AB vatandaşı değilim. Bu arada Belgin çifte vatandaş (Bulgar vatandaşı) olduğu için sorunsuz geçiyor. Neyse ki 3-4 dakika içinde sorunsuzca geçtik. Sınırı geçer geçmez kumarhaneler başlıyor. İlk benzinlikten Belgin'in motoruna benzin alıp devam ettik.
Hava 36 dereceye yükselmişti.. Yol her ne kadar eğlenceli olsa da yormaya başladı. 2 küçük mola ile devam ettik. Akşam saatleri ile birlikte hava serinledi ve benim alarm vermeye başlayan yakıt göstergem ile birlikte ufukta Sofya belirdi. Oğlumun evde söylediği şarkıları dilime dolayarak şarkılar söyleye söyleye Sofya'ya girdik. Gideceğim şehirlere önceden harita uygulamalarından baktığım için yön bulmakta hiç zorlanmadık. Her gittiğimiz yer, sanki daha önce 3-5 kez gelmişiz gibi.. Şehir girişinde gördüğüm ilk shell istasyonuna girdim.
Pompa başında birilerinin gelip ilgilenmesini bekliyordum ancak kimse gelmedi.. Belgin'in uyarısıyla öğrendim ki benzini kendimiz koyuyoruz.. Aldığım benzini içeride kasaya ödedikten donra şehir merkezine otele yerleşip şehri turlamak niyetiyle yola koyulduk. İstasyondan yaklaşık 1 kilometre sonra benim motorumda enteresan teklemeler başladı. kısa süre içinde artan teklemelerden, vuruntulardan ve eksozdan çıkan o garip dumandan anladım ki motora motorin koydum!. Trafikte kendimi zar zor yol kenarına attıktan sonra depoya ne koyduğumu net olarak hatırlamaya çalıştım. Bu arada Belgin benim durduğumu farkedemeden yola devam etti. Belgin'in geri dönüp gelmesinden önce yanaştığım yerde bulunan polis hemen yanıma geldi ve yarım yamalak ingilizcemiz ile olup biten konusunda konuştuk. Polis hiç beklemediğim şekilde benimle durum ile ilgilenmeye başladı. Ben büyükçe bir alışveriş merkezinin önünde kalmıştım. Eşi ve henüz 1 yaşına girmemiş olan küçük kızı ile alışverişini tamamlayarak evine gitmekte olan bu polis arkadaş tam bir Türk dostu çıktı. Kendisi daha önce Almaya dönüşünde kendine yardım eden Türk kamyoncuları unutmamış ve vefa borcu olduğunu hissetmekteymiş. Bir arkadaşını arayarak çağırdı ve gerekli malzemeleri tedarik ederek depomda bulunan motorini çekmeye başladılar. Depoyu açarak motorini komple boşalttılar, benzin alıp koydular, yine çalışmayan motorun bujilerini söküp temizlediler... Bu arada karşı tarafımızdaki benzinlikten de 2 kişiyi çağırdılar, hepberaber motorun çalışması için inanılmaz gayret gösterdiler. Bu arada yağmur da atıştırmaya başlamıştı. Polisin küçük kızı da Belgin'in kucağında uyuyup kalmıştı.. O arada farkettik ki saat gece 1:30 olmuş. Motor anlamsız bir şekilde çalışmamıştı. Aküsü zayıflamış, polisin arabasının aküsünden takviye aldığımız için onun da arabası çalışmıyordu...
Neyse ki onun arabasını iterek çalıştırıp gecenin o saatinde polis ve ailesini uğurladık. O adamın yaptığını hayatım boyunca unutamam..
Yakınımızda olan bir fast food restoranda gecenin 2 'sinde akşam yemeğimizi yedikten sonra tek motor ve 2 motor dolusu eşya ile şehir merkezinde otele gidip takribi 20 saniye içinde uyuyakaldık..
Ertesi sabah 8 de uyandığımda aklımda sorular dönüyordu.. Motor ne olacak? Servis halledebilecek mi? Acaba planımızda şaşma olacak mı? Kaç gün buradayım? soruları arasında BMW servisine doğru yol aldık. Serviste pek çok ülkeden yabancı plakalı motor vardı. Benzer sorunlardan yolda kalan motorların arasında sıraya girmem gerekiyordu ve usta bugün ilgilenemeyeceğini söyledi.. Yalvara yakara adamı ikna edip bizim işimize başlattık. Meğer benim motora sonradan aldığımız benzin de oldukça kötüymüş. Bu yüzden çalıştıramamışız. Saat 11-12 civarında motorumun çalışma sesini duyduğumda dünyalar benim oldu. Acele edersek gezi planımızda sapma olmayacaktı..
Saat 14 civarında BMW servisinden çıktık. 4 saatlik işçilik ve buji değişimi için 68- leva ödemiştim. Yani yaklaşık 110- TL. Türkiye'de bir yetkili BMW servisine oranla oldukça uygun bir rakam. Motorumu bundan sonra bakıma buraya getireceğim. Aradaki farkla gezimi bedavaya getirebilirim : )
Hiç bir şey anlamadığım Sofya'yı halen biraz gezebiliriz düşüncesi ile şehir merkezine ulaşıp yaya olarak turlamaya başladık.
Güzel ve tarihi bir kent olmakla birlikte ben Yunanistan'ı daha çok beğendiğimi farketmiştim. Yemeklerimizi yedikten sonra saat 17:00 civarında yola koyulduk. O akşam Bulgaristan'dan çıkıp Romanya'ya girmemiz gerekiyordu. Romanya'da Ramnicu Valcea kentine gidecektik ve yaklaşık 400 kilometremiz vardı. Üstelik sınırda Tuna nehri var ve bu nehri feribot ile geçmemiz gerekiyordu.
Yolda giderken Pleven şehrinin yanından geçerken farkettim ki çoğu bulgar şehri uzaktan bakıldığında sanki 1960 'larda uzay araştırmaları için kullanılarak sonrasında terkedilmiş kompleksler gibi görünüyor : ) ormanlık alanların içinde sıvaları dökülmüş, orantılı ve yüksek binalar, anlamsız kuleler vs..
Temiz, tatlı virajlı ve aşırı keyifli yollardan Tuna nehrine doğru devam ettik. Bu arada hesaba katmadığımız bir şey aklımıza geldi.. Normalde gündüz geçecek olduğumuz nehirden feribot ile gece geçecegiz. Yolların bile bu kadar tenha olduğu bir yerde o feribot çalışıyor mu acaba? Yanıtını öğrenme şansımız yok.. Mecburen devam ettik..
Akşam saat 20:10 'da feribot iskelesi ve aynı zamanda sınır olan Nikopol kasabasına vardık. Son feribotun 20:00 'da olduğunu öğrendik.. Üstelik bu kasabada otel de yok.. 24 saat çalışan bir feribot var. o feribot ise yaklaşık 150 kilometre batıda Oryahovo kasabasında.. 150 kilometre dediğimiz de Türkiye'deki gibi değil. Bazen tek arabanın geçebileceği genişlikte, yavaş gidilebilen yollar...
Belgin ile birlikte hiç vakit kaybetmeksizin o feribota ulaşmaya karar verdik. Feribot aksiliği her ne kadar sinir bozucu olsa da benim motorumun çalışmış olmasının verdiği mutluluk ve yolların fazlasıyla keyifli olması neşemizi yerine getirmişti. Gittiğimiz yolun batıda kalması nedeniyle hava da saat 10:00 civarına kadar aydınlık kalmıştı. Saat 10:30 civarında vardığımız diğer iskelede evrak kontrolü sonrasında yeni kalkan feribota el salladık.. Bir sonraki feribot saat 12:00 'da idi..
Feribotun gelmesini beklerken önümüzde parketmiş olan tırlarda 3 şoför dikkatimizi çekmişti. İçinde Beşiktaş atkısı asılı olan tırda Galatasaray - Sivasspor maçı izleyen macaristanlı şoförler üç büyükler hakkında benden çok daha fazla bilgi sahibiydi : )
Saat gece 12 'ye yaklaşırken ortalarda feribot görünmüyordu. Nehir kenarında da hava buz gibi.. Üşüdüğümüzden baffları bile kafamıza geçirmiş bekliyorduk.
00:30 civarında gelen tuhaf görünümlü feribot ile nehri geçtik. Karşıda bizi karşılayan Romanya gümrük polisinin "nereye gidiyorsunuz? rezervasyonunuz varmı?" gibi sorularından sonra saat 01:30 gibi Romanya yollarında ilerlemeye başladık. Yolların zemini çok iyi değildi. Gidiş geliş şeritli olan yolda in cin top oynuyordu. Karanlıklar içinde bir polis aracı çevirme yapıyordu. Turist olduğumuzu görünce nereye gittiğimizi, ülkelerini beğenip beğenmediğimizi sordu. Beğenmek için henüz vaktimiz olmadığını ve yolumuzun uzun olduğunu öğrenen dost canlısı polis bizi oyalamadan yolumuza gönderdi. Bir süre sonra karanlıklar içinde beliren ve bizim bir önümüze bir arkamıza geçen motosikletli gençler her ne kadar bizi biraz tedirgin etse de 1-2 korna ve el sallamadan sonra bizden ayrıldılar.
Corabia kasabasından kuzeye doğru devam ederken saat 03:00 olmuştu. Önceki geceden de uykusuz olmamız, havanın epey soğuması, yolda mola verecek herhangi bir yerin hatta bir tek ışığın olmaması nedeniyle bir kenara çekip uyuma isteğim zirvedeydi. Artık kullanamayacağımı düşünüyordum. Neyse ki hedef şehrimize 80 kilometre kala açık bir yol üstü kafesi bulduk. İçtiğimiz espressolar biraz açılmamıza yardımcı oldu..
Sabahın ilk ışıkları ile Ramnicu Valcea'ya girdik. Otele girip güzel bir uyku çekme zamanıydı. Ertesi gün kendimizi bu kadar hırpalamayacaktık..
Saat 10:30 civarında uyanıp 11:00 da yola çıktık. O gün artık bir yerlere varma telaşımız olmayacaktı. Meşhur Transfagarasan rotasını tamamlayıp keyfimiz nereyi isyerse orayı gezecektik. Transfagarasan yolu başlangıcı olan Curtea de Agreş kentine, 40 kilometrelik eğlenceli bir yoldan vardık. Yol boyunca geçtiğimiz köylerde annelerinin ellerinden tutmuş okula giden minikler bize el sallıyorlardı. İnanılmaz şekilde keyif vericiydi.. Küçük köhne fakat ilgi çekici olan Curtea de Agreş 'te yerel bir fırın bulup bilmediğimiz unlu mamuller yiyip, kahve otomatından çay olma ihtimali olan içeceklerden birini seçmeye çalıştım. Doğru seçim! Aldığım şey limonlu bir tür çaydı : ) . Ayaküstü şahane bir kahvaltı yaptık. Şimdi ise geldiğimiz 3 günlük yolun son durağı olan Transfagarasan'ı keşfetme zamanıydı..
Bu yolun videolarını yüzlerce kez izledim fakat orada olmak bambaşka bir duygu. Burası sanki bu dünyaya ait değil gibi. Benim gibi yol yapmayı sevenler için harika bir yer. Zaten etrafımda da turist motorsikletliler ve tek tük araba var. Dağa ağır ağır tırmanırken hava sıcaklığı 7 dereceye kadar düşmüştü. Yol kenarlarında erimekte olan karlar vardı.. Yolun zirvesinde yolu dağın arka tarafına bağlayan, dar, karanlık bir tünel bulunuyor. Açık havadan girince tünelde hir bir şey göremiyorsunuz. Yol bile zor seçiliyor. Benim geçişim sırasında tünelin yarısına geldiğimde bir de sis bastırdı.. Evet karanlık tünelde bir de sis çıktı başımıza.. Kısa bir süre ilerledikten sonra önümde beliren kırmızı ışıkların Belgin olduğunu farkettim. Motorla tünelden geçerken aniden ön farları sönmüş ve öylece kalmış. Herhalde başınıza gelebilecek en kötü şeylerden biridir.. Beni ağır ağır takip etmesini söyledim ancak bir süre sonra zaten farları kendiliğinden yandı. Tünel bittiğinde ise dağın diğer yamaıcında biriken bulutların sisi bizi karşıladı. Sislerin içinde küçük seyyar satıcılar olduğunu farkettik. Burada durup birkaç hediyelik eşya aldık ve Türkiye'de akıtma diye bildiğimiz hamur işinden yedik. Ayrıca çay da bulduk : ) Çok soğuk olsa da Keyfimize diyecek yoktu.. Doyduktan sonra dağın kuzey yamacından inmeye başladık. Kuzey yamacı da dağın güney yamacını aratmayacak kadar görkemli. Ancak dağın önemli bir kısmında sis olduğu için yeterince tadını çıkaramadık. Kuzeyde bulunan Sibiu kentine yakın kavşakta bir restoran bulup yemek yerken yanımıza yanaşan arabanın Türk plakalı olduğunu farkettik. Yemek için mola veren ve Macaristan'a gitmekte olan ailenin, İzmir'den annemin komşusu çıkması olayı bitiren son nokta oldu : ) Her yerdeyiz : )))
Transfagarasan gibi transilvanya alplerinde bulunan bir başka rota olan Transalpina'yı da geçmek istedik ancak yeterince vaktimiz kalmadığı için buraya girmedik. 80 kilometrelik virajlı eğlenceli ve biraz trafikli bir sürüş ile önceki gece konakladığımız otele döndük. Akşamında şehri biraz turlayarak eğlenerek günümüzü tamamladık.
Ertesi gün yine uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Varış noktamız Bulgaristan'da, Karadeniz'e kıyı Varna ve Burgaz kentleri arasında bulunan Sunny Beach idi. Başkent Bükreş'e kadar otobandan devam ettik. Tabi bol bol mola vererek..
Normalde Bükreş'e girmeden çevreyolundan devam edecektik ama burayı da görmek istedik. Sıkışık trafikte şehir merkezinde bulunan üniversite meydanına ulaştık. Burada biraz etrafı gezip vakit geçirerek yolumuza devam ettik. Sıcak havada şehir trafiğinin eziyeti, aldığımız keyiften büyüktü..
Yolumuza devam ederek Bulgaristan sınırına ulaştık. Ruse şehrinden giriş yaparken Tuna nehrini bu kez tarihi bir köprü ile geçtik. Sınırda çok fazla vakit kaybetmeden ara yollardan yolumuza devam ettik. Yollar her zaman keyif veriyordu..
Sunny Beach'e varmaya yaklaşırken Türk köylerinden geçtik. Hedefimize varıp otele yerleştikten sonra hemen ortamı keşfe çıktık.
Sunny Beach, gayet keyifli, eğlence adına ne arıyorsanız rahatlıkla bulabileceğiniz bir tatil yeri. Gezimizin son durağında burada 2 günümüzü geçirip dinlenmek niyetindeydik. 2 gün boyunca burada denizin, mekanların, hemen yanımızda bulunan Nessebar'ın keyfini çıkardık.. Oldukça dinlendiriciydi. Ayrıca bu bölgede çok da fazla Türke rastlıyorsunuz. Özellikle bizim gibi motosikletle gelen arkadaşların uğrak yeri burası.
Son gün sabahında ise alınan siparişlerin hepsinin tamamlanıp tamamlanmadığını gözden geçirerek, yarısı boş olarak yola çıktığım çantalarımı doldurarak yola koyulduk. Bu arada trafik polisinin Защо не са свързани към каска ? I глобен!! uyarısı yüzünden yarım saat kaybettik fakat çok da sorun olmadı : ))) Burgaz sonrasında çok keyifli yeşillikler içinde dar bir yoldan Dereköy sınır kapısına ulaştık. Sonrasında da otoban üzerinden sıkıntısız bir şekilde Gebze'ye ulaştık.
Son olarak böyle bir gezi planlayan arkadaşlar için kısa bir kaç not eklemek istiyorum..
Bir kere trafikte çok saygılılar.. Korna sesini unutun. Sinyal kullanmayan arkadaşlar varsa kullanmanız gerektiğini tekrar hatırlayın ve memlekete dönünce de hatırlamaya devam edin..
Yollar Türkiye'deki gibi geniş ve rahat değil. Anayolda giderken bile karşınıza göbek (kavşak) çıkabilir. Ve yol her zaman kavşak içindekinindir. Sakın ola ki anayoldayım diye kavşağa dalmaya kalkmayın, aslında yol kavşağa girmiş olan aracındır. Tabi bu kural Türkiye'de de böyle ama, bizler kavşağa dalıp kavşak içinde 100 araba toplanıp kilitlenmekten apayrı bir haz alıyoruz..
Yunanistan euro kullanıyor ancak diğer gittiğim ülkeler kendi paralarını kullanmaya devam ediyorlar. Gerçi adım başı change bürosu bulunuyor.
Akaryakıt fiyatları öyle çok ucuz değil. Bugün itibariyle Türkiye'deki fiyatlara yaklaşmış durumda.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler. Hoşçakalın..
https://www.youtube.com/watch?v=_npqQaBc...ture=share
Geçen yıldan beri yurtdışında motosiklet sürüşü yapayım, yakın bir yerlere gideyim diye aklımdan geçiriyordum. Derken bundan 4-5 ay kadar önce internette gezerken "dünyanın en iyi 10 yolu" diye bir albüm dikkatimi çekti. Bu yollardan biri olan Transfagarasan geçidinin Romanya'da olduğunu, gitmenin çok zor olmadığını gördüm ve ilk gezimde buraya da mutlaka gitmeliyim diye düşündüm. 2015 yılında Mart sonu Nisan başı civarında güzel bir gezi rotası çıkarayım düşüncesi ile gidilebilecek yerleri biraz daha araştırarak rota çalışmalarına başladım. Sonunda ise böyle bir rota şekillendi..
Ancak biraz daha araştırdığımda Romanya'da bulunan Transfagarasan geçidinin kışın kapalı olduğu ve Haziran ayı ortalarına doğru açıldığını öğrendim. Tabi mecburen gezi planını Haziran ayına erteledim. Henüz aylardan Mart idi ve Haziran'a çok vardı.. Geçmek bilmeyen zaman zarfında bir taraftan yurtdışına çıkış için gereken evrakları, ekipmanları hazırlarken, bir taraftan da geziyi kulüp sayfamızda paylaşarak kendime yoldaş aradım.
Elbette ki pek çok arkadaşım geziye katılmak istedi ancak zaman ve biraz da bütçe açısından hazırlık gerektiren geziye ciddi olarak katılmayı düşünen 2-3 kişi kaldı. En sonunda öğretmen olan Belgin Kabasakal geziye kesin olarak katılabileceğini söylediğinde tek olmadığım için çok rahatlamıştım : )
Bu arada gezi için gerekli evraklardan da biraz bahsedeyim. Gitmeyi planladığımız ülkeler olan Yunanistan, Bulgaristan ve Romanya, vize isteyen ülkeler. Ben Yunanistan üzerinden çıkış yapacak şekilde shengen vizesi çıkararak bu işi hallettim. Vize işlemlerini kendim yapmadım, aracı firmadan yardım aldım. Bana maliyeti 275- TL. oldu. Ayrıca motosikletinizin mevcut trafik sigortasının uluslararası geçerli hale gelmesi için yeşil sigorta adı verilen evrağı almanız gerekiyor. Bu evrağın ücreti 1 ay için 42- euro. Bunun fiyatı standart. Herhangi bir sigorta acentesinden motosikletinizin ruhsatı ile yaptırabiliyorsunuz. Ayrıca Türk ehliyetleri uluslararası standartta (çipli) olmadığı için uluslararası ehliyet sertifikası almanız gerekiyor. Bu evrak Bulgaristan ve Romanya sınırında pek sorulmuyor ancak Türkiye'den Yunanistan'a girerken muhakkak soruluyor. Evrağın bedeli bu yıl için 415- TL... Aldığınız evrak 1 yıl geçerli oluyor. Sonraki yıllarda yapılacak evrak yenilemeleri ise 225- TL. Evrağı bir kere aldıktan sonra isterseniz 5 yıl sonra yenileyin, yine 225- TL. ödüyorsunuz. Tabi yanlış anlaşılmasın, bu tutarlar yıllık olarak yenileniyor. Evrağı Turing bürolarından alabiliyorsunuz. İpsala sınır kapısında da turing bürosu var. Türkiye de kısa bir süre içinde uluslararası ehliyete geçeceği için umarım bundan sonra kimse bu aşırı lüzumsuz evrağa bu denli para vermek zorunda kalmaz.. Neyse gezimize dönelim : )
14 Haziran sabahı motoruma sarıp sarmaladığım çantalarım, evraklarım ve 1 kutu poşet çayım ile birlikte saat 9 'da yola çıktım. Belgin uluslararası ehliyeti almadan Bulgaristan'a girip direkt Yunanistan'a geçerek geziye başlamayı planladığı için o benden 1-2 saat önce yola çıkmıştı. Sınırı geçtiğimizde Yunanistan'da uygun bir yerde buluşacaktık. Güzel, heyecanlı ve meraklı bir yolculuk ile ipsala sınır kapısına yaklaştım. Yunanistan'da benzin biraz daha ucuz olmasına rağmen risk almak istemediğim için İpsala ilçesinde depomu doldurdum, karnımı doyurup çayımı içtikten sonra sınıra doğru devam ettim.
Sınırda uluslararası ehliyet evrağımı ve harç pulumu (15- TL. 'dir) alıp devam ettim. Çıkarken herhangi bir zorluk yaşamadım. Yunan tarafındaki ikinci kontrol noktasında bir miktar sorun oldu. Polis benim evraklarımı aldı, motoru şuraya çek, burda bekle gibi sevimsiz tavırlarla az da olsa keyfimi kaçırdı. Sonra evraklarımı teslim edip biraz ilerdeki park yerinde beklememi istedi. Neden olduğunu anlayamadım.. 5-10 dakika kadar bekledikten sonra vazgeçip devam ettim.
Sınır kapısı sonrasında yaklaşık 5 kilometre gittikten sonra Bulgaristan'dan gelen yol kesiminde Belgin ile buluştuk.. Etrafı izleye izleye devam ediyorduk. Otobanın etrafında bulunan köylerde uzaktan seçilebilen camiler, yolların tenhalığı ilk dikattimi çekenlerdi. Yola devam ederken karşımıza otoyol gişeleri çıktı. Motosiklet başına 1,70- euro ödeyerek devam ettik. Otoyolların ücretlendirmesi bizdeki gibi değil. Nakit olarak ücreti ödeyerek devam ediyorsunuz. Çıkış gişesi yok. Hatta yolda devam ederken ikinci bir gişe daha çıktı ve orada tekrar 1,70- euro ödedik. Yunanistan'ın bu konuda daha bir fırın ekmek yemesi gerekiyor.. Otoyol ücretlendirme mantığı akıllara zarar saçma..
Düz ve sakin otoyoldan devam ederek ilk konaklama noktamız olan Kavala'ya sıkıntısız bir şekilde ulaştık.
Kavala girişinde Belgin'in motosikletin benzini bitti.. Neyse ki otelimizin olduğu yere kadar yokuş aşağı iniyorduk. Otele yaklaşık 200 metre kala motoru parkettik. Ben kendi motorumla pet şişe ile benzinlik bulmaya çıktım. Şehirdeki ilk diyaloğum benzinci ile olmuş oldu : ) Bu küçük sorunu hallettikten sonra otelimize yerleşip motorları parkettik ve şehir turuna çıktık.
Şehir çok güzel.. Biraz İzmir, biraz Çeşme havası olan harika bir yer. Ama gezerken sanki bir şeylerin eksikliğini hissediyoruz. Çok geçmeden farkediyoruz ki bu şehirde insan eksik.. Türkiye'de aynı türdeki yerler çok daha hareketli, kımıl kımıl.. Burası ise biraz misafirini bekleyen ihtiyar gibi.
Bir süre sonra yaya gezmekten sıkıldık.. Damarlarından benzin akan iki adam için motosiklet ile turlamak tabi ki en iyi seçenek..
Bu arada şehir, hatta ülke biraz pahalı. Akşam yemeğinde yediğimiz biraz büyükçe 2 pizza ve 2 meşrubat için 38- euro ödedik. Büfeden aldığımız yarım litrelik şişe suyu ise 1- euro. Otele kişi başı gecelik 30- euro ödedik.
Şehir merkezinde benzin istasyonları sanki küçük kuruyemişçiler gibi. 2 dükkan arasında minicik istasyonlar var. Araç ile önüne yanaşıp petrolünüzü alıp devam ediyorsunuz. Ayrıca akşam saatlerinde hiç bir istasyon açık değil. Acil durumlarda ne yaptıklarını merak ediyorum doğrusu..
Gece otele dönerek şehir manzarası eşliğinde kasklarımızın interkom cihazlarını eşleştirmeye çalıştık. Beceremeyerek uyuduk.. : )
Sabah önümüzde yaklaşık 470 kilometrelik bir yol vardı. Açılmış olan benzin istasyonundan Belgin'in depoyu doldurarak Selanik'e doğru devam ettik. Otobanlarda benzin istasyonu yok. 50 kilometre kadar sonra otobandan çıkarak benim motoruma benzin aldık ve istasyonun kafesinde kahvaltımızı yaptık. Kafedeki ablalar çat pat türkçe konuşabiliyorlardı. Çok hoşuma gitti.. Ayrıca Türk çayları da varmış..
Benzin alırken diğer bir pompaya yanaşan 3 motorcu kardeşim de Türk çıktı. Onlar da İtalya'dan dönerek Türkiye'ye gidiyorlarmış. Darısı başımıza diyip yola devam ettik. Otobandan Selanik'e devam ederken üçüncü bir gişeden daha 1,70- euromuzu ödeyerek kısa bir süre sonra şehre girdik. Şehir trafiği biraz kalabalık. Oldukça sıcak olan havada ter atarak sahilde bulunan kafelere ulaştık.
Selaniğin ortasına birileri beni pat diye bıraksa kendimi bir süre İzmir'de geziyor zannederim. Şehir bildiğimiz İzmir..
Kafede traditional greek coffee (bildiğimiz Türk kahvesi) mi yudumlayıp tiramisumu yiyerek bana imitasyon iphone 8, i tab vs. satmaya çalışan adamı dinledim. Hikayesi bittikten sonra bu arkadaşı da gönderip kısa bir şehir turu ve alışverişe çıktık. Çok vakit kaybetmemem gerekiyordu zira yolumuz uzundu..
Alışverişin ardından Atatürk'ün doğduğu evi ziyerete gittik. İçimizde tarifsiz bir heyecan vardı. Eve ulaştığımızda ise o heyecan yerini biraz üzüntüye bıraktı. Ev pazartesi günleri ziyarete kapalı.. Biz de bula bula pazartesiyi bulmuştuk.. Neyse bu iş burada kalmaz, o eve girmek için ileride tekrar gelinecek. Notumuzu alıp devam ettik..
Bulgaristan sınırını geçerek Sofia'ya ulaşmak için önümüzde yaklaşık 350 kilometre var. Düzgün ve sıkıntısız, ayrıca ücret gişesi olmayan bir yoldan gümrüğe ulaştık. Tabi sınırda beni yine bir kenara çekip evrak kontrolü yaptılar.. Ne de olsa AB vatandaşı değilim. Bu arada Belgin çifte vatandaş (Bulgar vatandaşı) olduğu için sorunsuz geçiyor. Neyse ki 3-4 dakika içinde sorunsuzca geçtik. Sınırı geçer geçmez kumarhaneler başlıyor. İlk benzinlikten Belgin'in motoruna benzin alıp devam ettik.
Hava 36 dereceye yükselmişti.. Yol her ne kadar eğlenceli olsa da yormaya başladı. 2 küçük mola ile devam ettik. Akşam saatleri ile birlikte hava serinledi ve benim alarm vermeye başlayan yakıt göstergem ile birlikte ufukta Sofya belirdi. Oğlumun evde söylediği şarkıları dilime dolayarak şarkılar söyleye söyleye Sofya'ya girdik. Gideceğim şehirlere önceden harita uygulamalarından baktığım için yön bulmakta hiç zorlanmadık. Her gittiğimiz yer, sanki daha önce 3-5 kez gelmişiz gibi.. Şehir girişinde gördüğüm ilk shell istasyonuna girdim.
Pompa başında birilerinin gelip ilgilenmesini bekliyordum ancak kimse gelmedi.. Belgin'in uyarısıyla öğrendim ki benzini kendimiz koyuyoruz.. Aldığım benzini içeride kasaya ödedikten donra şehir merkezine otele yerleşip şehri turlamak niyetiyle yola koyulduk. İstasyondan yaklaşık 1 kilometre sonra benim motorumda enteresan teklemeler başladı. kısa süre içinde artan teklemelerden, vuruntulardan ve eksozdan çıkan o garip dumandan anladım ki motora motorin koydum!. Trafikte kendimi zar zor yol kenarına attıktan sonra depoya ne koyduğumu net olarak hatırlamaya çalıştım. Bu arada Belgin benim durduğumu farkedemeden yola devam etti. Belgin'in geri dönüp gelmesinden önce yanaştığım yerde bulunan polis hemen yanıma geldi ve yarım yamalak ingilizcemiz ile olup biten konusunda konuştuk. Polis hiç beklemediğim şekilde benimle durum ile ilgilenmeye başladı. Ben büyükçe bir alışveriş merkezinin önünde kalmıştım. Eşi ve henüz 1 yaşına girmemiş olan küçük kızı ile alışverişini tamamlayarak evine gitmekte olan bu polis arkadaş tam bir Türk dostu çıktı. Kendisi daha önce Almaya dönüşünde kendine yardım eden Türk kamyoncuları unutmamış ve vefa borcu olduğunu hissetmekteymiş. Bir arkadaşını arayarak çağırdı ve gerekli malzemeleri tedarik ederek depomda bulunan motorini çekmeye başladılar. Depoyu açarak motorini komple boşalttılar, benzin alıp koydular, yine çalışmayan motorun bujilerini söküp temizlediler... Bu arada karşı tarafımızdaki benzinlikten de 2 kişiyi çağırdılar, hepberaber motorun çalışması için inanılmaz gayret gösterdiler. Bu arada yağmur da atıştırmaya başlamıştı. Polisin küçük kızı da Belgin'in kucağında uyuyup kalmıştı.. O arada farkettik ki saat gece 1:30 olmuş. Motor anlamsız bir şekilde çalışmamıştı. Aküsü zayıflamış, polisin arabasının aküsünden takviye aldığımız için onun da arabası çalışmıyordu...
Neyse ki onun arabasını iterek çalıştırıp gecenin o saatinde polis ve ailesini uğurladık. O adamın yaptığını hayatım boyunca unutamam..
Yakınımızda olan bir fast food restoranda gecenin 2 'sinde akşam yemeğimizi yedikten sonra tek motor ve 2 motor dolusu eşya ile şehir merkezinde otele gidip takribi 20 saniye içinde uyuyakaldık..
Ertesi sabah 8 de uyandığımda aklımda sorular dönüyordu.. Motor ne olacak? Servis halledebilecek mi? Acaba planımızda şaşma olacak mı? Kaç gün buradayım? soruları arasında BMW servisine doğru yol aldık. Serviste pek çok ülkeden yabancı plakalı motor vardı. Benzer sorunlardan yolda kalan motorların arasında sıraya girmem gerekiyordu ve usta bugün ilgilenemeyeceğini söyledi.. Yalvara yakara adamı ikna edip bizim işimize başlattık. Meğer benim motora sonradan aldığımız benzin de oldukça kötüymüş. Bu yüzden çalıştıramamışız. Saat 11-12 civarında motorumun çalışma sesini duyduğumda dünyalar benim oldu. Acele edersek gezi planımızda sapma olmayacaktı..
Saat 14 civarında BMW servisinden çıktık. 4 saatlik işçilik ve buji değişimi için 68- leva ödemiştim. Yani yaklaşık 110- TL. Türkiye'de bir yetkili BMW servisine oranla oldukça uygun bir rakam. Motorumu bundan sonra bakıma buraya getireceğim. Aradaki farkla gezimi bedavaya getirebilirim : )
Hiç bir şey anlamadığım Sofya'yı halen biraz gezebiliriz düşüncesi ile şehir merkezine ulaşıp yaya olarak turlamaya başladık.
Güzel ve tarihi bir kent olmakla birlikte ben Yunanistan'ı daha çok beğendiğimi farketmiştim. Yemeklerimizi yedikten sonra saat 17:00 civarında yola koyulduk. O akşam Bulgaristan'dan çıkıp Romanya'ya girmemiz gerekiyordu. Romanya'da Ramnicu Valcea kentine gidecektik ve yaklaşık 400 kilometremiz vardı. Üstelik sınırda Tuna nehri var ve bu nehri feribot ile geçmemiz gerekiyordu.
Yolda giderken Pleven şehrinin yanından geçerken farkettim ki çoğu bulgar şehri uzaktan bakıldığında sanki 1960 'larda uzay araştırmaları için kullanılarak sonrasında terkedilmiş kompleksler gibi görünüyor : ) ormanlık alanların içinde sıvaları dökülmüş, orantılı ve yüksek binalar, anlamsız kuleler vs..
Temiz, tatlı virajlı ve aşırı keyifli yollardan Tuna nehrine doğru devam ettik. Bu arada hesaba katmadığımız bir şey aklımıza geldi.. Normalde gündüz geçecek olduğumuz nehirden feribot ile gece geçecegiz. Yolların bile bu kadar tenha olduğu bir yerde o feribot çalışıyor mu acaba? Yanıtını öğrenme şansımız yok.. Mecburen devam ettik..
Akşam saat 20:10 'da feribot iskelesi ve aynı zamanda sınır olan Nikopol kasabasına vardık. Son feribotun 20:00 'da olduğunu öğrendik.. Üstelik bu kasabada otel de yok.. 24 saat çalışan bir feribot var. o feribot ise yaklaşık 150 kilometre batıda Oryahovo kasabasında.. 150 kilometre dediğimiz de Türkiye'deki gibi değil. Bazen tek arabanın geçebileceği genişlikte, yavaş gidilebilen yollar...
Belgin ile birlikte hiç vakit kaybetmeksizin o feribota ulaşmaya karar verdik. Feribot aksiliği her ne kadar sinir bozucu olsa da benim motorumun çalışmış olmasının verdiği mutluluk ve yolların fazlasıyla keyifli olması neşemizi yerine getirmişti. Gittiğimiz yolun batıda kalması nedeniyle hava da saat 10:00 civarına kadar aydınlık kalmıştı. Saat 10:30 civarında vardığımız diğer iskelede evrak kontrolü sonrasında yeni kalkan feribota el salladık.. Bir sonraki feribot saat 12:00 'da idi..
Feribotun gelmesini beklerken önümüzde parketmiş olan tırlarda 3 şoför dikkatimizi çekmişti. İçinde Beşiktaş atkısı asılı olan tırda Galatasaray - Sivasspor maçı izleyen macaristanlı şoförler üç büyükler hakkında benden çok daha fazla bilgi sahibiydi : )
Saat gece 12 'ye yaklaşırken ortalarda feribot görünmüyordu. Nehir kenarında da hava buz gibi.. Üşüdüğümüzden baffları bile kafamıza geçirmiş bekliyorduk.
00:30 civarında gelen tuhaf görünümlü feribot ile nehri geçtik. Karşıda bizi karşılayan Romanya gümrük polisinin "nereye gidiyorsunuz? rezervasyonunuz varmı?" gibi sorularından sonra saat 01:30 gibi Romanya yollarında ilerlemeye başladık. Yolların zemini çok iyi değildi. Gidiş geliş şeritli olan yolda in cin top oynuyordu. Karanlıklar içinde bir polis aracı çevirme yapıyordu. Turist olduğumuzu görünce nereye gittiğimizi, ülkelerini beğenip beğenmediğimizi sordu. Beğenmek için henüz vaktimiz olmadığını ve yolumuzun uzun olduğunu öğrenen dost canlısı polis bizi oyalamadan yolumuza gönderdi. Bir süre sonra karanlıklar içinde beliren ve bizim bir önümüze bir arkamıza geçen motosikletli gençler her ne kadar bizi biraz tedirgin etse de 1-2 korna ve el sallamadan sonra bizden ayrıldılar.
Corabia kasabasından kuzeye doğru devam ederken saat 03:00 olmuştu. Önceki geceden de uykusuz olmamız, havanın epey soğuması, yolda mola verecek herhangi bir yerin hatta bir tek ışığın olmaması nedeniyle bir kenara çekip uyuma isteğim zirvedeydi. Artık kullanamayacağımı düşünüyordum. Neyse ki hedef şehrimize 80 kilometre kala açık bir yol üstü kafesi bulduk. İçtiğimiz espressolar biraz açılmamıza yardımcı oldu..
Sabahın ilk ışıkları ile Ramnicu Valcea'ya girdik. Otele girip güzel bir uyku çekme zamanıydı. Ertesi gün kendimizi bu kadar hırpalamayacaktık..
Saat 10:30 civarında uyanıp 11:00 da yola çıktık. O gün artık bir yerlere varma telaşımız olmayacaktı. Meşhur Transfagarasan rotasını tamamlayıp keyfimiz nereyi isyerse orayı gezecektik. Transfagarasan yolu başlangıcı olan Curtea de Agreş kentine, 40 kilometrelik eğlenceli bir yoldan vardık. Yol boyunca geçtiğimiz köylerde annelerinin ellerinden tutmuş okula giden minikler bize el sallıyorlardı. İnanılmaz şekilde keyif vericiydi.. Küçük köhne fakat ilgi çekici olan Curtea de Agreş 'te yerel bir fırın bulup bilmediğimiz unlu mamuller yiyip, kahve otomatından çay olma ihtimali olan içeceklerden birini seçmeye çalıştım. Doğru seçim! Aldığım şey limonlu bir tür çaydı : ) . Ayaküstü şahane bir kahvaltı yaptık. Şimdi ise geldiğimiz 3 günlük yolun son durağı olan Transfagarasan'ı keşfetme zamanıydı..
Bu yolun videolarını yüzlerce kez izledim fakat orada olmak bambaşka bir duygu. Burası sanki bu dünyaya ait değil gibi. Benim gibi yol yapmayı sevenler için harika bir yer. Zaten etrafımda da turist motorsikletliler ve tek tük araba var. Dağa ağır ağır tırmanırken hava sıcaklığı 7 dereceye kadar düşmüştü. Yol kenarlarında erimekte olan karlar vardı.. Yolun zirvesinde yolu dağın arka tarafına bağlayan, dar, karanlık bir tünel bulunuyor. Açık havadan girince tünelde hir bir şey göremiyorsunuz. Yol bile zor seçiliyor. Benim geçişim sırasında tünelin yarısına geldiğimde bir de sis bastırdı.. Evet karanlık tünelde bir de sis çıktı başımıza.. Kısa bir süre ilerledikten sonra önümde beliren kırmızı ışıkların Belgin olduğunu farkettim. Motorla tünelden geçerken aniden ön farları sönmüş ve öylece kalmış. Herhalde başınıza gelebilecek en kötü şeylerden biridir.. Beni ağır ağır takip etmesini söyledim ancak bir süre sonra zaten farları kendiliğinden yandı. Tünel bittiğinde ise dağın diğer yamaıcında biriken bulutların sisi bizi karşıladı. Sislerin içinde küçük seyyar satıcılar olduğunu farkettik. Burada durup birkaç hediyelik eşya aldık ve Türkiye'de akıtma diye bildiğimiz hamur işinden yedik. Ayrıca çay da bulduk : ) Çok soğuk olsa da Keyfimize diyecek yoktu.. Doyduktan sonra dağın kuzey yamacından inmeye başladık. Kuzey yamacı da dağın güney yamacını aratmayacak kadar görkemli. Ancak dağın önemli bir kısmında sis olduğu için yeterince tadını çıkaramadık. Kuzeyde bulunan Sibiu kentine yakın kavşakta bir restoran bulup yemek yerken yanımıza yanaşan arabanın Türk plakalı olduğunu farkettik. Yemek için mola veren ve Macaristan'a gitmekte olan ailenin, İzmir'den annemin komşusu çıkması olayı bitiren son nokta oldu : ) Her yerdeyiz : )))
Transfagarasan gibi transilvanya alplerinde bulunan bir başka rota olan Transalpina'yı da geçmek istedik ancak yeterince vaktimiz kalmadığı için buraya girmedik. 80 kilometrelik virajlı eğlenceli ve biraz trafikli bir sürüş ile önceki gece konakladığımız otele döndük. Akşamında şehri biraz turlayarak eğlenerek günümüzü tamamladık.
Ertesi gün yine uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Varış noktamız Bulgaristan'da, Karadeniz'e kıyı Varna ve Burgaz kentleri arasında bulunan Sunny Beach idi. Başkent Bükreş'e kadar otobandan devam ettik. Tabi bol bol mola vererek..
Normalde Bükreş'e girmeden çevreyolundan devam edecektik ama burayı da görmek istedik. Sıkışık trafikte şehir merkezinde bulunan üniversite meydanına ulaştık. Burada biraz etrafı gezip vakit geçirerek yolumuza devam ettik. Sıcak havada şehir trafiğinin eziyeti, aldığımız keyiften büyüktü..
Yolumuza devam ederek Bulgaristan sınırına ulaştık. Ruse şehrinden giriş yaparken Tuna nehrini bu kez tarihi bir köprü ile geçtik. Sınırda çok fazla vakit kaybetmeden ara yollardan yolumuza devam ettik. Yollar her zaman keyif veriyordu..
Sunny Beach'e varmaya yaklaşırken Türk köylerinden geçtik. Hedefimize varıp otele yerleştikten sonra hemen ortamı keşfe çıktık.
Sunny Beach, gayet keyifli, eğlence adına ne arıyorsanız rahatlıkla bulabileceğiniz bir tatil yeri. Gezimizin son durağında burada 2 günümüzü geçirip dinlenmek niyetindeydik. 2 gün boyunca burada denizin, mekanların, hemen yanımızda bulunan Nessebar'ın keyfini çıkardık.. Oldukça dinlendiriciydi. Ayrıca bu bölgede çok da fazla Türke rastlıyorsunuz. Özellikle bizim gibi motosikletle gelen arkadaşların uğrak yeri burası.
Son gün sabahında ise alınan siparişlerin hepsinin tamamlanıp tamamlanmadığını gözden geçirerek, yarısı boş olarak yola çıktığım çantalarımı doldurarak yola koyulduk. Bu arada trafik polisinin Защо не са свързани към каска ? I глобен!! uyarısı yüzünden yarım saat kaybettik fakat çok da sorun olmadı : ))) Burgaz sonrasında çok keyifli yeşillikler içinde dar bir yoldan Dereköy sınır kapısına ulaştık. Sonrasında da otoban üzerinden sıkıntısız bir şekilde Gebze'ye ulaştık.
Son olarak böyle bir gezi planlayan arkadaşlar için kısa bir kaç not eklemek istiyorum..
Bir kere trafikte çok saygılılar.. Korna sesini unutun. Sinyal kullanmayan arkadaşlar varsa kullanmanız gerektiğini tekrar hatırlayın ve memlekete dönünce de hatırlamaya devam edin..
Yollar Türkiye'deki gibi geniş ve rahat değil. Anayolda giderken bile karşınıza göbek (kavşak) çıkabilir. Ve yol her zaman kavşak içindekinindir. Sakın ola ki anayoldayım diye kavşağa dalmaya kalkmayın, aslında yol kavşağa girmiş olan aracındır. Tabi bu kural Türkiye'de de böyle ama, bizler kavşağa dalıp kavşak içinde 100 araba toplanıp kilitlenmekten apayrı bir haz alıyoruz..
Yunanistan euro kullanıyor ancak diğer gittiğim ülkeler kendi paralarını kullanmaya devam ediyorlar. Gerçi adım başı change bürosu bulunuyor.
Akaryakıt fiyatları öyle çok ucuz değil. Bugün itibariyle Türkiye'deki fiyatlara yaklaşmış durumda.
Vakit ayırdığınız için teşekkürler. Hoşçakalın..
:tr: Kuşlar kısa.. Hayat uçuyor..